ben kadınları kullanırım,
ama cinsel güdülerim için değil,
birini unutmak için;
başka birinin koynunda biterim.
ben alkolü kullanırım,
birini unutmak için; başka bir şişede biterim.
ben arkadaşlarımı kullanırım,
kafamı dağıtıp başka şeylere konsantre olmak için.
ben okulumu, işimi kullanırım,
boş boş unutmaya çalışmaktan ziyade;
zamanımı dolu dolu geçirmek için.
ben sporu kullanırım,
ondan daha iyilerini bulabileceğim üzerine;
kendimi kandırmak için.
ben, sadece kullanır ve atarım.
dersiniz ya hep, tüketim toplumu...
ben tüketirim, ancak hayranlıkla baktığınız markaları değil;
etkinlikleri, insanları, olayları...
ve siz, ben bunu yaparken farkına bile varmazsınız.
çünkü, demiş ya büyük usta zamanında;
"kimse bilmez ne çektiğimi..."
29 Kasım 2011 Salı
Beyin Kemirgenleri Bölüm: 23
Egomu en "zirve" düzeyde tatmin etmek için, "Connected2.me" ye giriyorum bir iki haftadır. Genellikle de sayfayı açık bırakıp yatıyorum. Uyandığımda, bazı sapları kızdırmış olsam gerek; "Sen kimsin kodumun apaçisi?" mesajları ve bazı kadınları kızıştırmış olsam gerek, "Selam canım, bir kere öpeyim mi nolur?" mesajlarını okuyorum.
Saplar tarafından nefret edilmek de, en az kadınlar tarafından beğenilmek kadar hoş. Ha diyorsunuz ki, neden bu kadar beğeniyorlar veya nefret ediyorlar? Şu yüzden, sırtımın göründüğü bir fotoğraf var, dövmeydi vücuttu(ki o fotoğrafta 70 kiloydum maksimum), gören ya nefret ediyor, ya da bayılıyor falan filan. Övünmeyi bir kenara bırakıp, bugün girdiğim bir diyalogla devam edeyim...
Bir herif vardı, 9GAG'deki Yao Ming görselini kullanmış, iletisi de şu "30+ male, single, very single" Başladık muhabbete... Dedim sağında solunda kadınlarla uyansan da, o dönmediği sürece hep yalnız kalacaksın. Nasıl mı biliyorum... Biliyorum işte... "O bana dönmeyecek" dedi, "O da bana" diyerek karşılık verip daldım deryaya düşüncelerle dolu.
Üç hafta kadar flört etmiştim bir kadınla. Sık gittiğim barda çalıştığı için ve muhabbeti iskambil numaralarımla kurduğum için; onunla olmak benliğim için en büyük hedeflerden biriydi. Sonra o da gitti, sudan sebepler cart curt... Ama ben onunlayken bile, rüyamda; başkasını görüyordum. Kan ter içinde uyanırsın, uykun kaçar. Damağın kurur.
Velhasıl, gitmesi zerre koymadı tabii. Daha acısını yaşadım, yaşıyorum hala. Hırsıma yenik düştüğümü, kontrolüm dışında gerçekleştiği için bu kadar çok istediğimi söylüyorlar. Doğrudur belki de, bilmiyorum da; "Her şeyi al, bana beni geri ver bir şansım olsun."
Olmuyor işte, ben; ben olamıyorum. Her sabah uyanıp, "Yine aynı..." diyorum, komidinin üzerinde yırtık prezervatif poşetleri de olsa, bira şişeleri rakı bardakları da olsa... Unutmak için sığınırız çoğumuz, bedenlere; alkole, veya daha ağırlarına; uyuşturucuya, orospulara, yolculuklara. Ama sadece alışırız, asla unutmayız. Unuttuğumuzu sanarız veya, alıştığımız için.
http://www.youtube.com/watch?v=-8qifzv_F4Q
Bu da, "bana beni geri ver"in özeti...
Saplar tarafından nefret edilmek de, en az kadınlar tarafından beğenilmek kadar hoş. Ha diyorsunuz ki, neden bu kadar beğeniyorlar veya nefret ediyorlar? Şu yüzden, sırtımın göründüğü bir fotoğraf var, dövmeydi vücuttu(ki o fotoğrafta 70 kiloydum maksimum), gören ya nefret ediyor, ya da bayılıyor falan filan. Övünmeyi bir kenara bırakıp, bugün girdiğim bir diyalogla devam edeyim...
Bir herif vardı, 9GAG'deki Yao Ming görselini kullanmış, iletisi de şu "30+ male, single, very single" Başladık muhabbete... Dedim sağında solunda kadınlarla uyansan da, o dönmediği sürece hep yalnız kalacaksın. Nasıl mı biliyorum... Biliyorum işte... "O bana dönmeyecek" dedi, "O da bana" diyerek karşılık verip daldım deryaya düşüncelerle dolu.
Üç hafta kadar flört etmiştim bir kadınla. Sık gittiğim barda çalıştığı için ve muhabbeti iskambil numaralarımla kurduğum için; onunla olmak benliğim için en büyük hedeflerden biriydi. Sonra o da gitti, sudan sebepler cart curt... Ama ben onunlayken bile, rüyamda; başkasını görüyordum. Kan ter içinde uyanırsın, uykun kaçar. Damağın kurur.
Velhasıl, gitmesi zerre koymadı tabii. Daha acısını yaşadım, yaşıyorum hala. Hırsıma yenik düştüğümü, kontrolüm dışında gerçekleştiği için bu kadar çok istediğimi söylüyorlar. Doğrudur belki de, bilmiyorum da; "Her şeyi al, bana beni geri ver bir şansım olsun."
Olmuyor işte, ben; ben olamıyorum. Her sabah uyanıp, "Yine aynı..." diyorum, komidinin üzerinde yırtık prezervatif poşetleri de olsa, bira şişeleri rakı bardakları da olsa... Unutmak için sığınırız çoğumuz, bedenlere; alkole, veya daha ağırlarına; uyuşturucuya, orospulara, yolculuklara. Ama sadece alışırız, asla unutmayız. Unuttuğumuzu sanarız veya, alıştığımız için.
http://www.youtube.com/watch?v=-8qifzv_F4Q
Bu da, "bana beni geri ver"in özeti...
16 Kasım 2011 Çarşamba
Ümit Karan tipi çalışmak/ders çalışmak
Ümit Karan'ı her daim sevmişimdir... Alemci futbolcuydu, idmanlara gelmezdi falan da; "Metin Oktay neydi?" diye sorarım Galatasaray taraftarı arkadaşlarıma bu muhabbet açıldığında. Ümit, son dönemleri hariç; golünü yazar mıydı, yazardı. Benim için de bu önemliydi. Galatasaray forması altındaki başarılarını bir kenara bırak, onun bu alemci tavrını sevmiştim ben. Bu Eric Cantona tavrını... Ama -sonucu hala açıklanmamış olsa da- lanet olsun ki şikeyle, bahisle adını kirletti. Yazık etti kendine ki ben, ondan daha fazla üzülüyorum bu duruma.
Gelgelelim, Ümit Karan tipi çalışmak nedir?
Samet Aybaba zamanında anlatmıştı...
"İdman 09.00'da başlar... Ümit 10.00'da gelir... Üstünü başını değiştirir ağır ağır, saat 10.30 falan olduğunda; tesisten bir kahve alır, önce onu içer. 11.00 gibi, yavaştan idman sahasına girer. Gezinir, gerinir. Hafif düz koşu yapar, arkadaşlarıyla şakalaşır. 12.00den sonra nasılsa yemek saati geldi diyip yemeğin başına otururdu... Ümit idman yapmazdı."
Açıklamaları tam olarak bu değildi belki, ama Ümit yetenekti. En azından topu ayağında geveleyen forvetler gibi değildi. Varsın auta çıksın top, farketmezdi onun için. Vururdu çatırt diye. "Van Basten misin Ümit?" denmişti zamanında ona...
Şimdi kendime bakıyorum da, benim içimde de bir Ümit Karan var lan. Yetenekli değilim ancak size iki örnek vereceğim...
İşyerimde, mesai 8.30ta başlar... Ben, 9.15-9.30 gibi ofiste olurum. Az gerinirim, yoldan aldığım simit poğaçayı masama koyarım. Tuvalette yüzümü yıkarım... Bilgisayarın açılmasını beklerim. Bilgisayar açılır, dikkat çekmemek için telefonumdan kontrol ederim mailimi facebookumu. Gerine gerine, esneye esneye bir şeyler yapıyormuş gibi davranırım saat 10.00'a kadar. 10.00'da çay molası başlar. 10.00'dan 10.30'a kadar çay içip, öğle arasına kadar olan bir buçuk saatte didinir, bir şeyler yaparım çok kasmadan... Ha ama yalan yok, öğleden sonra; aldığım ilaçların aptallaştırıcı etkisine rağmen; performansım tavan yapar.
Okulda mı? Kütüphaneye giderim... Önce bir çay alırım. Onu yudumlarım inceden inceye... Sonra günün gazetelerini incelerim. Mailimi kontrol ederim. Arkadaşları ararım ne zaman geleceksiniz diye... Takılırım bir yarım saat daha ve bir bakarım ki, geldiğimden beri 2 saat geçmiş. Çalışmaya oturmadan önce bir çay daha... Döngü uzar gider.
Yalnız sıkıntı şu ki, Ümit başarılıydı... Ya ben? Yetenek de yok ki?
Gelgelelim, Ümit Karan tipi çalışmak nedir?
Samet Aybaba zamanında anlatmıştı...
"İdman 09.00'da başlar... Ümit 10.00'da gelir... Üstünü başını değiştirir ağır ağır, saat 10.30 falan olduğunda; tesisten bir kahve alır, önce onu içer. 11.00 gibi, yavaştan idman sahasına girer. Gezinir, gerinir. Hafif düz koşu yapar, arkadaşlarıyla şakalaşır. 12.00den sonra nasılsa yemek saati geldi diyip yemeğin başına otururdu... Ümit idman yapmazdı."
Açıklamaları tam olarak bu değildi belki, ama Ümit yetenekti. En azından topu ayağında geveleyen forvetler gibi değildi. Varsın auta çıksın top, farketmezdi onun için. Vururdu çatırt diye. "Van Basten misin Ümit?" denmişti zamanında ona...
Şimdi kendime bakıyorum da, benim içimde de bir Ümit Karan var lan. Yetenekli değilim ancak size iki örnek vereceğim...
İşyerimde, mesai 8.30ta başlar... Ben, 9.15-9.30 gibi ofiste olurum. Az gerinirim, yoldan aldığım simit poğaçayı masama koyarım. Tuvalette yüzümü yıkarım... Bilgisayarın açılmasını beklerim. Bilgisayar açılır, dikkat çekmemek için telefonumdan kontrol ederim mailimi facebookumu. Gerine gerine, esneye esneye bir şeyler yapıyormuş gibi davranırım saat 10.00'a kadar. 10.00'da çay molası başlar. 10.00'dan 10.30'a kadar çay içip, öğle arasına kadar olan bir buçuk saatte didinir, bir şeyler yaparım çok kasmadan... Ha ama yalan yok, öğleden sonra; aldığım ilaçların aptallaştırıcı etkisine rağmen; performansım tavan yapar.
Okulda mı? Kütüphaneye giderim... Önce bir çay alırım. Onu yudumlarım inceden inceye... Sonra günün gazetelerini incelerim. Mailimi kontrol ederim. Arkadaşları ararım ne zaman geleceksiniz diye... Takılırım bir yarım saat daha ve bir bakarım ki, geldiğimden beri 2 saat geçmiş. Çalışmaya oturmadan önce bir çay daha... Döngü uzar gider.
Yalnız sıkıntı şu ki, Ümit başarılıydı... Ya ben? Yetenek de yok ki?
11 Kasım 2011 Cuma
Beyin Kemirgenleri Bölüm: 22
hiç dinlediniz mi? sessız bir sokaktan geçerken kulaklarınızda kulaklıkla, sessizliğin sesini? yüzünde hissettiğiniz soğuk yağmur damlalarının değil de, yalnızlığın üşümenize sebep olduğunu fark ettiniz mi?
hiç gördünüz mü? yalnızlığından değil de, soğuktan üşüyen bir çocuğun ekmek parası için size mendil satmaya çalıştığını? veya fark ettiniz mi aynı çocuk sayesinde, ne kadar basit dertleriniz olduğunu?
hiç bindiniz mi? bir akşam trenine? banliyö veya değil, o alkol kokusu sizi en kesif, sert ve pis haliyle karşıladı mı hiç? o trendeki ayyaşları eleştirmeden, onlarla ilgili sosyal tespit yapıp twit yazmadan önce onların gecenin bu saatinde alkollü ve savunmasız halleriyle gece trenine binecek kadar "kaybedecek bir şeylerinin olmadığını" gördünüz mü?
hiç acı hissettiniz mi? kendi problemleriniz veya arkadaşlarınızın problemleri için değil, bu tiksinç karmaşa içinde tutunmaya çalışan, yöntemleri farklı olduğu için "serseri" olarak adlandırılan "insan"ların sorunları için?
hiç kan ter içinde uyanıp gördüğünüz rüya sebebiyle bir daha yatağa giremediğiniz oldu mu? size çevreniz, uykusuzluğunuz sebebiyle akşamdan kalma yaftasını yapıştırdı mı?
hiç dışarı çıktınız mı? dışarı... facebook veya twitterınıza "buradayım" yazmak için değil, gerçekten dışarı çıkmak için dışarı çıktınız mı? özel olduğunu düşündüğünüz kişilerle buluşmak için dışarı?
hiç yalnız başınıza kutladınız mı doğumgününüzü? reşit olacağınız gece sahte kimliğinizle veya büyük görünmeniz sayesinde girdiğiniz barda ölümüne içerek... saat 12yi gösterince piçliğine dışarı çıkıp tekrar kimliğinizi göstererek doğumgününüzü ilk kutlayanın bir bar fedaisi olduğunu izlediniz mi?
siz hiç her şeyi yoluna koyduğunuzu düşündüğündüğünüz anda, rüyanızda "eski sevgilinizi" değil, sevdiğiniz ama sizi terk eden kadını görerek kan ter içinde uyanıp, kendinizi kandırdığınızı fark ettiniz mi?
siz hiç, "sen hiç sevdin mi lan?" diye soran arabesk arkadaşınızın samimiyetsiz aşklarını fark ettiniz mi?
son olarak, siz hiç bu yazının "ben hiç" adlı içki oyununa malzeme olması için değil, beyin kemirgenlerine devam niteliği için yazıldığını fark ettiniz mi?
md
hiç gördünüz mü? yalnızlığından değil de, soğuktan üşüyen bir çocuğun ekmek parası için size mendil satmaya çalıştığını? veya fark ettiniz mi aynı çocuk sayesinde, ne kadar basit dertleriniz olduğunu?
hiç bindiniz mi? bir akşam trenine? banliyö veya değil, o alkol kokusu sizi en kesif, sert ve pis haliyle karşıladı mı hiç? o trendeki ayyaşları eleştirmeden, onlarla ilgili sosyal tespit yapıp twit yazmadan önce onların gecenin bu saatinde alkollü ve savunmasız halleriyle gece trenine binecek kadar "kaybedecek bir şeylerinin olmadığını" gördünüz mü?
hiç acı hissettiniz mi? kendi problemleriniz veya arkadaşlarınızın problemleri için değil, bu tiksinç karmaşa içinde tutunmaya çalışan, yöntemleri farklı olduğu için "serseri" olarak adlandırılan "insan"ların sorunları için?
hiç kan ter içinde uyanıp gördüğünüz rüya sebebiyle bir daha yatağa giremediğiniz oldu mu? size çevreniz, uykusuzluğunuz sebebiyle akşamdan kalma yaftasını yapıştırdı mı?
hiç dışarı çıktınız mı? dışarı... facebook veya twitterınıza "buradayım" yazmak için değil, gerçekten dışarı çıkmak için dışarı çıktınız mı? özel olduğunu düşündüğünüz kişilerle buluşmak için dışarı?
hiç yalnız başınıza kutladınız mı doğumgününüzü? reşit olacağınız gece sahte kimliğinizle veya büyük görünmeniz sayesinde girdiğiniz barda ölümüne içerek... saat 12yi gösterince piçliğine dışarı çıkıp tekrar kimliğinizi göstererek doğumgününüzü ilk kutlayanın bir bar fedaisi olduğunu izlediniz mi?
siz hiç her şeyi yoluna koyduğunuzu düşündüğündüğünüz anda, rüyanızda "eski sevgilinizi" değil, sevdiğiniz ama sizi terk eden kadını görerek kan ter içinde uyanıp, kendinizi kandırdığınızı fark ettiniz mi?
siz hiç, "sen hiç sevdin mi lan?" diye soran arabesk arkadaşınızın samimiyetsiz aşklarını fark ettiniz mi?
son olarak, siz hiç bu yazının "ben hiç" adlı içki oyununa malzeme olması için değil, beyin kemirgenlerine devam niteliği için yazıldığını fark ettiniz mi?
md
3 Kasım 2011 Perşembe
Aforizmik boşluk-tespit; gel-git. Hatta bir daha hiç gelme.
Değişen ruh hallerini değil de, sanırım değişen beni gösteriyor artık bunlar. Tahammülüm cidden kalmadı, neyi nasıl yapması gerektiğini bilmeyen; her haltı bana soran pop-tiplere... Aynı şekilde "kucağına düştüm ve seviştik" kadınlarına, suratına tükürülmeyecek adamların kölesi olmaya başlayanlara vs vs. Biliyorum, geniş bir yelpaze veya genel bir tanımdı bu.
Bugün ciddi ciddi Facebook ve Twitter'ı kapatmayı düşünüyordum, belki yakında hayata koyarım bu kararı. Ancak şimdilik, çok da düşünmeden çatır çatır yazdığım "kısa" cümlelerle başbaşa bırakayım sizleri. Eyvallah.
Bugün ciddi ciddi Facebook ve Twitter'ı kapatmayı düşünüyordum, belki yakında hayata koyarım bu kararı. Ancak şimdilik, çok da düşünmeden çatır çatır yazdığım "kısa" cümlelerle başbaşa bırakayım sizleri. Eyvallah.
şeytan diyor dondur okulu, kes saçları(kestim gerçi), tak kulaklığı, aç alice in chains'ten rooster'ı, askeriyeye teslim ol...
”Ben uzuyorum o zaman.Randevu sistemi iyiolmuş. Sap kalırsan ararsın. Eyvallah”son fbuddy kanalımı da kapatışım."becoming more than a man"
evine "zaten sevgilisi var, sadece içip muhabbet edeceğiz." düşüncesiyle gittiğim milf beni beklentilerimin ötesine, yani yatak odasına geçirdiği gece, zaten istanbullular'ın sevmeyi beceremediğini tecrübe etmiştim. harbi, siz ne anlarsınız lan sevmekten?
i hate to breathe when love is in the air.
erkeklerin hastası olduğu kadınların makyajsız halini veya çirkin fotoğrafını araştıran, upload eden, bu konuda emek harcayan kadınlar var. bunu araştıracağına zayıflamaya çalış? omuzlarını genişletmeyi dene? ne bileyim yap bir şeyler?
cumhuriyet resepsiyonunu kendisi düğün dernek gezerken, "acımız büyük" bahanesiyle iptal eden zihniyetten ne kadar tiksiniyorsam; bugün profil fotoğrafını değiştiren, Atatürk'ü twtiter'da trend yapmaya çalışan zihniyetten de o denli tiksiniyorum.
hayır, saatimi bir saat geri almıyorum. nasılsa 6 ay sonra bir saat ileri alacağız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)