Suadiye'de oturan 60lık bir halam ve 100lük(rakı gibi oluyor lan yaşını söyleyince) bir babannem var... Onları ziyarete gittim bugün. Her şey çok güzel, yemek desen bomba, üstüne yapılan çay muhabbetleri... Çok severim hala, enişte, babanne kavramlarını... Dönüşte de eve gitmeyi planlıyorum. Planımı anlatıp yediye çeyrek kala çıkmaya yeltendim... Ben gitmeden halam "Evladım dur ablana(ablamla beraber yaşıyorum da, ne yazık ki) yemek koyayım ben, o da açtır şimdi..." diyerek kullanılmış bir tansaş poşetine alüminyum folyoyla sarılmış, poşete bakan birinin direk görebileceği bir kapta kısır koyup, "ablan bunları geçen gün almamıştı, bunları da götürüver çocuğum" diyerek de poşetin en alt kısmına bir ceket, bir bayan çantası, bir de sweat shirt gibi bişey koydu... Neden ablamın hamallığını yaptığımı asla anlayamamışımdır yıllar yılı... Mersin'e giderim, dönüşte Meriç'in eşyaları... Halama giderim, yine Meriç'in eşyaları... Ulan ben de insanım be, hamalı değilim kızın, bir parçasını da kendi taşısın... "Yok, o senin için neler yaptı" tepkileri gelir düşüncelerimi yüksek sesle açığa vurduğumda.
Gelgelelim aldım poşeti, öncesinde de arkadaşlarla buluşmuş olmanın getirisi olan uzun pardesü, boğazlı kazak var üstümde. Şekil güzel ama poşet bozuyor tabi... Neyse otobüste akbili basıp zülülü sesini duydum, en arkaya geçerim derken bir baktım en arkada Sosyomat'ın en taş hatunlarından(daş, civi, gaya, betong) biri. Az buz da bir muhabbetimiz var, tabi beni tanımasın bu halimle diye de en öne oturmayı tercih ettim. E boy 1.91, en ön de daracık olunca bir buçuk saatlik yolculuk gözümde büyümeye başladı. Daraldıkça daralıyor, bacaklarımı düzgün bir pozisyona sokmaya çalışıyordum, trafik desen felaket. Çünkü saat 19.00... Neyse her şeyi unutup müzik dinlemeyi denedim, dinledim dinledim sevdiğim parça kalmadı adeta. Geldik Beşiktaş'a... İstanbul'da yeni olduklarını belli eden iki genç kız, yan taraftaki levhasına bakıp bindi otobüse. Onların durumu da en az benim kadar rezil. Poğaça yiyorlar kese kağıdı içinde, bir yandan da para çıkartmaya çalışıyorlar ceplerinden... Bir tanesi rasta saçlı, direk dikkatimi çekti hatun. Muhtemelen ben de onun dikkatini çektim ki göz kontağı oldu belli bir süre, 1 metrelik mesafeden... Göz kontağı devam ederken içimde volkanlar patlıyordu adeta, çünkü elimde poşet olmasa Taksim'e giden bu iki kıza "first step" diye tabir ettiğimiz attribute'umu 11'den 12'ye(20 üstünden, football manager oynayanlar bilir) çıkarabilmek için yanaşıp peşlerine takılacaktım. Gerçekten yapardım bunu... Ama poşet... Tiksinti veren bir görüntüsü, en az 4 kilo da ağırlığı var... Küfrede küfrede indim otobüsten, rezil hissediyorum kendimi, neyse Taksim'i durak olarak kullanıp evime geçtim, Kurtuluş'a. İçimdeki alevi bastırabilmek için büfede aldım soluğu,
-Abi 4 tombul şişe 1 paket de kırmızı West.
-Buyur abim.
-Bu tombul şişelerin depozitosu ne kadar?
-20 kuruş.
Muhtemelen içinde bulunduğum son diyalog da bu olur rezalet geçen bu cumartesi gecesi için. Ulan hayat, beni harbi düdükledin lan bugün...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder