Google+ boş mideye iki duble viski: Gitmek kolaydır, son çare olarak.

19 Haziran 2014 Perşembe

Gitmek kolaydır, son çare olarak.

Aklımda uzun zaman boyunca tilkiler dolaştı durdu. Gitmeliyim, kaçmalıyım, ülkeyi terk etmeliyim... Cehennemin dünya üzerinde yaklaşabileceği en zirve noktada yaşıyoruz, o konuda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum.
Kaçma planlarımın hiç biri için maddi ya da diploma bazında durumum yeterli olmadı. Diploma da bir sömestr ertelenince, bambaşka bir sektöre yöneldim. Diplomayı aldıktan sonra bile yurtdışında "mühendis" olarak çalışmak üzere gelen (şantiye) tekliflere kulaklarımı tıkadım. Çünkü güzel bir sektördeydim, kendimi ifade edebiliyordum, keyif alıyordum. Ardından şartlar çok daha iyi yönde olgunlaştı ve "Tanrının olmamı istediği yerdeyim." diyerek imzayı çaktım Lincoln misali...
Geçen hafta bir iş teklifi aldım. Yabancı bir şirket. Tüm reklam işlerini de kendi içinde halletmek isteyen, orta halli bir yer. İki Türk yatırımcı, dünyanın her yerine açılan birbirinden güzel dekorasyona sahip ofisler. Kontakt kurduğum kişi Almanya'daki P.M.'di. Aylar önce yaptığım iş başvurusu sebebiyle benimle görüşmek istemişti.
Görüşme boyu sorumsuzca davrandım. Skype'taydık. Viskimi yudumlayarak, sigaramı tellendirerek yaptım görüşmeyi. Üstüne, pozisyonun İstanbul ofisi için olduğunu duyduğumda "Şu an halimden gayet memnunum. Benim tekrar iş değiştirmem için en azından yurtdışı sözü almam ya da direkt yurtdışı pozisyonu için sizinle görüşüyor olmam lazım." dedim. Bu kadar lakayıtlığın ardından, görüşme sonrası kuzenim Mert'le içerken aklıma geldi; sürekli seyahat vaat ediyorlardı. Berlin, San Francisco, Odessa... Biraz pişman oldum, hem bulunduğum tavır hem de sunulma potansiyeli olan olanaklar sebebiyle.
Bugün de negatif yanıt geldi... "Tecrüben ve yeteneklerin bizim için yeterli ancak karakter olarak bize uygun olduğunu düşünmüyoruz. Bulunduğun yerde çok daha iyi iş çıkaracağını düşünüyoruz."
Yüzde yüz haklıydı, sekizde sekiz hatalıydım. Tam bir it gibi davranmıştım çünkü özgüvenim çok yüksekti, geçirdiğim gün, ağzı açık izlemesini sağladığım müşteri sebebiyle. Donald Draper gibi hissediyordum.
Ret yanıtını daha almadan, gün içinde geçen seneyi düşündüm. Ne zaman geçen senemi düşünsem, kendimi iyi hissederim. Sadakat ve kardeşliğin hat safhada olduğu bir ajansta çalışıyorum şu an. Dolayısıyla iş değiştirmek, hele de Türkiye içinde aklımın ucundan geçmez. Ancak yaşadığım ikilem o kadar büyük ki, özellikle geçen sene yurtdışına salyalarını akıtacak kadar takık bir bulldog olduğum düşünüldüğünde... Çünkü şartlarım rezaletti, herkesten, her şeyden nefret ediyordum. İntiharın eşiğine defalarca gelmiş bir adamdım ben. Keyfe keder değil, kedere keder içiyordum. Ötesi olmayabilir.
Ben istemez miyim hayatımı kurtarayım, tabii ki isterim. Fakat keyfi yerinde olunca insanın, kalkıp gidesi de gelmiyor işte; belki bu son şansımdı, diye düşünse de. Böyle şekiller...

Hiç yorum yok: