Google+ boş mideye iki duble viski: True Detective üzerine...

8 Nisan 2014 Salı

True Detective üzerine...

Burada dizinin kritiğini yapıp, sekiz bölümün sekizinden de ne kadar etkilendiğimi anlatarak kafa düzmeyeceğim elbette. Ancak, fena bir iz bıraktı, gerek Rust'ın hikayesi, gerek Marty'nin tavırları, gerek de soundtrack'i ile...
İşin ilginci, maskülen olduğu için eleştiri oklarının hedefi olan dizide iki ana karakter, iki erkek de yeteri kadar "iyi" değil. İkisi de bencil, egoist, hasta... Dolayısıyla herkeste Rust'tan birazcık, Marty'den birazcık mevcut. Yazının devamı biraz spoiler içeriyor, dolayısıyla okumasanız daha iyi.
Her erkek Marty kadar aldatır, Rust kadar uzaklaştırır.
Her erkek Marty kadar sever, Rust kadar özler.
Her erkeğin Marty'ninki kadar mutlu bir aile hayatı, Rust'ınki kadar da kaybettikleri vardır.
Gelgelelim, "Bu yaştayken, 90'larda yaşıyor olmak isterdim." demiştim sıkça. O havayı bana yaşattığı için bile teşekkür edebilirim yapımcılara. Üstelik, en "yaşanmaz" yerlerden biri olan Amerika'da, hatta; Amerika'nın güney sınırında. Evet, Amerika'da çok zengin bir hayat süreceksem California'da, kendimi idame ettirebileceksem New Orleans ya da Texas'ta yaşamak isterdim.
Diziyle ilgili asla unutmayacağım ayrıntının da kendi hayatımdan çıkması, benim narsistliğim olsa gerek; ama çok hoşuma gitti.
"Ben Rust'ı sana benzetiyorum: histerik hareketleri, doğasını kabullenişi vs. Korkutucu ve bir o kadar da çekici."
Diziyle ilgili tweet attığımı gören bir kadının gönderdiği mesajdı. Şöyle bitirelim iyisi mi...
"When the last light warms the rocks,
And the rattlesnakes unfold,
Mountain cats will come to drag away your bones."


Hiç yorum yok: