Her şey o kadar güzel gidiyor ki, bazen hayatıma ben bile şaşırıyorum. Ailemden aldığım desteği minimuma indirgeyebilmiş olmam, yazmaktan çok keyif almam, zaman zaman uzaklaşabilmem, hatta televizyonda film izleyebilmem...
Dedim ya, her şey çok güzel. Eskiden hep aynı türküyü söylerdik, "Her Şey Çok Güzel Olacak". Artık silindi hafızalarımızdan, teyp geçti sıradaki parçaya "Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim".
Tamam, belki biraz dürüst olmaya ihtiyacım var. Profesyonel hayatımdaki üçüncü şirkette de istediğim pozisyonda değilim. İşin her boyutuna müdahale etmek durumunda kalıyorum ve bu beni fazlasıyla yoruyor. Ancak bir an var ki ofiste çok sevdiğim, onu dünyalara değiştiremem. Mesai bitiminin ardından bir saat geçiyor, ofiste pek kalan olmuyor. Tahtanın karşısına geçiyorum, marketten aldığım biralarla... Düşünmeye başlıyorum. Ne yapabilirim, neler yapılabilir? Müzik telefondan, bira marketten, sigara terasta, yazılar tahtada... O an hissettiklerim paha biçilemez işte. Shuffle, güç bela Miles Davis çıkartırsa bir de karşıma, demeyin keyfime. "Finest ad-man in İstanbul." Hayal dünyasına dalmaya yakın, eve gidiyorum, düşündüklerimi, baskıya geçirmeye...
Duygusal ya da cinsel yönden pek bir şey kaybetmiş ya da kazanmış değilim. Sanırım bir şeyler aramayı da bıraktım. Varsa yoksa müzik, varsa yoksa kitap, varsa yoksa düşünce... Güzel zamanlar, hatta ve hatta oksijeni soğuk servis halinde değil, mart güneşinin altında; derinlemesine içimize çektiğimiz zamanlar.
Başka ne isteyebilirsin ki hayattan bazen?
Yıllarca çalışsan da benzin parasını ödeyemeyeceğin bir araba mı?
Su filtresi tıkandığı için dolduramadığın bir havuza sahip bir ev mi?
Her dediğini yapacak, her dediğini yaptığı için bir süre sonra sıkılacağın bir sevgili mi?
Altında çalışan, ancak arkandan daha farklı çalışan bir sürü insan mı?
Bıraksana hayatı, keyfe keder iç, ölümüne değil, durumuna yaşa. Arabesksiz, dramsız, gamsız, tasasız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder