Çünkü bahsettiği profilin altını üstüne getirmiştim. Tarantino’nun filmlerinde kullanacağı modelde ayak fotoğrafları değil de, kısa boyu aldatıcı olmuştu. Aradan biraz vakit geçti... Sanırım, “biraz” dediğim vakit bir ayı buluyor ki Twitter’ım uzun süre kapalıydı.
Twitter’a döndüğümde yaptığım ilk iş, takip ettiğim insanların bir çoğunu “filtrelemek” oldu. Takip ettiğim kişi sayısı da 200’den 150’ye inince, bu sefer Twitter’ın hiç bir eğlencesi kalmadı. İkilemdeydim resmen. Tiksinç bir durum yaşıyordum. Aslında, durum tiksinç değildi. 1. Dünya Ülkeleri’nde yaşayan gerizekalı yuppielerin, plaza kadınlarının tecrübe edindiği problemi yaşıyordum. Kafam bozuldu. Önce bir iki bişey içtim, ardından ders çalışmaya kütüphaneye gittim. Kütüphanede konsantre olamadığımdan, Twitter’la oynamaya başladım yine. Genellikle bir sike yaramayan sosyal medya ikonu, bu sefer can sıkıntıma bile engel olamamıştı çünkü, kimse Tweet atmıyor gibiydi.
“Takip etmek isteyebileceğiniz kişiler.”
Buradan, tipleri araştırmaya başladım. İtiraf ediyorum, daha ziyade kadınları araştırmaya başladım. Kimisi çok güzeldi ama daha keşfedilmemişti; takipçi sayıları beş yüzü aşmıyordu ama paylaşımları da sikik ötesiydi. Kimisinin suratına tükürmezdim bile ama çok popülerlerdi. Sonra onu gördüm, tekrar. Ama, bir garip olmuştum. Kötü hissediyordum da neden kötü hissettiğimi bilmiyordum. Bazen öyle olur, bir konu aklınıza gelir; hisleriniz veya modunuz tam terse döner ama neden bu yüz seksen derecelik dönüşü tecrübe ettiğinizi bile unutrsunuz; hissettiklerinize odaklandığınızdan ötürü.
Kavga etmişimdir kesin, ya da laf sokmuşumdur diye düşündüm. Baktım, bir engelleme olmamış.
-Biz seninle hiç kavga ettik mi?
-Yoo.
-Emin misin?
-Valla hatırlamıyorum.
Yaklaşık bir saat kafa patlattım. Kavga da etmemişiz. Eve gitsem, bilgisayar başına geçsem her şey çok kolay olacaktı aslında. Browse History’ye bakacaktım ve görecektim, profiline ne zaman girmiş olduğumu. Tarih de bana bazı şeyleri hatırlatacaktı ve bitecekti tüm olay.
Kahve içerken Tumblr’ına girdiğim an hatırladım. Evet, Quentin Tarantino’nun hayran olacağı ayaklar. Tamam, bu, “çocuk!” dediğim kadındı.
Takibe aldım, onun da aynısını yapmasını bekleyerek. Yaptı da... “Ben sana çocuk demiştim, şimdi hatırladım.” Dedim. “20.5 Yaşındayım ben!” diye tepki gösterdi.
Fena bir muhabbeti yoktu, sadece benimle tweet atar gibi konuşuyordu. O biraz sinirimi bozmuştu, ne yalan söyleyeyim. Vurgulama yapmak adına kelimeleri bazen heceliyordu ve bunun, cildimde karıncalanma yapmak dışında hiç bir etkisi olmuyordu.
Bu, bir müddet böyle devam etti. İleriye yönelik planlar yapıldı. Maçlar, şunlar, bunlar...
Bir gün kafam bir dünya, Beşiktaş’tan eve döndüm. Bakkalın önünde oturdum ve cayır cayır konuşmaya başladım Damla’yla. Sonuçta Whatsapp vardı, ben her ne kadar telefonun minik tuşlarında uzun parmaklarımla yazarken çok zorlansam da.
Dayanamadım, arayacağım dedim. Dayanamayacağım bir cevap vereceğini düşündüğüm halde, “Olur.” Dedi.
Ses tonu enteresandı işte. Ben onu, bir alt neslimden olan, 15 iq lu bir kadın gibi konuşacak ve “Amaan, bacaklarının arasına girmesem de olur.” dedirtecek sanarken, o; sarhoş bana bile çok rahat ve düzgün konuşuyordu.Ne “Yaneee” diyordu, ne gereksiz vurgular yapıyordu, ne de “Hihihihihih” diye gülüyordu. Anlattım işte, onun bacaklarının arasına herhangi bir şekilde girmek için çok şey yapacağımı ama gidiyor olduğumu, gitmesem dahi onun hayat standartlarıyla benimki arasındaki büyük farkı(bunu anlatmak çok basitti: “Bizim evde buzdolabı yok Damla, sen neden bahsediyorsun hala!”) ince ince işleye işleye anlattım. Amacım kendimi acındırmak ve onun hayvancıl bir tepkiyle, telefonu kapattıktan hemen sonra whatsapp’tan “Tamam lan tamam bi kere verecem eheh” yazmasını sağlamak değildi. Dürüst olmaya çalıştım. Ben ne kadar anlatmaya yırtınsam da, son paramla aldığım birayı, kimi zaman Yemeksepeti’ne kadar açılmış bir pilavcıdan yediğim sözde yemeği, çektiğim 31i, iki senedir okulum bitmek üzere olduğu için kimseye bir şey vaadedemememe sebep olan yalnızlığımı; bazen unutuyordu insanlar, gerçekleri ki gerçekleri değil, insanları sevmiyordum.
Buna rağmen, enteresandır; götünü dönmedi. (Mecazi anlamda) Yani beni tüm sikikliğimle kabul etmiş biri vardı karşımda. Ne Çakma Bukowski’liğime takıldı, ne yalnızlığıma takıldı, ne de misantrofluğum onu ilgilendirdi. Etkilenmeye başladım. Güzel ayakları olduğunu söylemiştim ancak dünyanın en iyi ayak mankeni de olsa 18 değil; 20(legal sınırları sikeyim, akıl yaşı önemli aslen) yaş altında biriyle kolay kolay birlikte olmak istemezdim. Arkadaş olarak, kısa süreli ilişki olarak ya da one night stand damadı olarak.
Bir dizi iptal edilen plan sonrası, yarın buluşuyoruz. Heyecan? Eh, var. Kesin seks? Bizim eve gelecek olmasına rağmen evet diyemem. Akışına bırakmak istedim. Peki seks olmazsa? E napalım, bir otuz bir çeker, mutluluklar dileriz. Sonuçta bu, hayır cevabını ilk duyuşum veya ilk bozgun yiyişim değil, son da olmayacak da; argh, hakikaten yatmak istiyorum onunla. Minik ayaklarını, bileklerinden tutup iki yana açmak istiyorum da denilebilir, başımı öne değil, aşağıya doğru eğerken.
(Sonuç başarılı oldu, bir kerelik de olsa; pardon, bir gün ve gecelik olsa da.)
1 yorum:
olmadı bi 31 çeker mutluluklar dileriz.
"hadi aslanım, golay gelee höhöhö" diyesim var.
:D
Yorum Gönder