Uyandım. Dişimi fırçaladım, kahvaltımı yaptım ve okula gittim. İlk defa büyük bir konsantrasyonla ders dinledim bu dönem. Kafayı meşgul etmem gerekiyordu çünkü... Fazlasıyla da meşgul ettim. Akşam için ise planım belliydi. Semra'nın beni anlattığı(muhtemelen beğendirmeye çalıştığı) kadınla buluşacaktım. Buluştum da...
Ancak bu "blind date", kadının 30 yaşında hala ailesiyle yaşamasının potansiyel sonuçlarından biri olarak; abisinin araması ve kapıda kaldığını söylemesiyle son buldu. Patladık anlayacağınız, bir saatte... Zaten büyük beklentilerim de yoktu, buluştuğumuz ilk dakika; eğer Semra arasa dışarı çıkmayacağını; ancak bana söz verdiği için benimle buluştuğunu söyleyerek beklentileri de sıfıra indirdi. Sonrası klasik... Beatles'da bir biradan sonra ayrıldık. Ben de yolda gördüğüm kadınlara salça olurum düşüncesiyle, Asmalımescit'in yolunu tuttum. Ancak özgüvende eksiklik vardı biraz, sebebi malum... Evet, beklentiler sıfırlanınca aylardır kafamı toparlayamamamın sebebini anlattım ona. "Umarım bu gece onu unutturacak birilerini bulursun, sana dua edeceğim" dedi zaten gitmeden önce.
Meyhane veya blues çalan klas bir bar arasında gidip gelirken, yolumun üstünde olan Kum Saati'ne gittim. Daha önce sadece bir kez, o da gündüz gözüyle kuzenimle buluşmak için gitmiştim Kum Saati'ne. "Bir duble Jack, iki buzlu."
Barmenin duble niyetine, bardağın neredeyse tamamını doldurduğunu görerek; tuzlu bir miktar ödeyeceğimi anladım, bu yüzden yavaş yavaş; tadında ve kararında içtim, bardaki insanlar periyodik olarak değişirken, kimi beklediği insanların gelmesi, kimi aradığını bulamaması, kimiyse gece mesaisini bitirmiş olması sebebiyle... Yaklaşık iki saat oturduktan sonra, soğuk havanın etkisi ve içtiğim içkinin özgüvenimde herhangi bir patlamaya yol açmaması sebebiyle yollandım inceden. Metrodaki müzisyenlerin karşısına geçtim. Çalmaya başlamamışlardı... Ters baktığımı düşünüp, onlar da tersten sertten beni kesmeye başladı.
"Çalacak mısınız?" Gülümseyerek çalmaya başladılar. Sırtım duvara dayalı, keman ve gitarı dinledim. Biraz daha aylaklık ettikten sonra cebimden bir miktar bozukluk çıkarıp kılıfa bıraktım ve vagona gittim.
Mahalle... Artık evimde gibi hissettiğim için bakkal Bülent'in dükkanına giriş yaptım.
-İçiyor musun?
-Yok da istersen bir votka yapıştıralım, şeklinde yanıt verdi.
Başladık içmeye, gecenin kasvetini kovalamaya... Çevre esnafın da katılımıyla bu kovalamaca daha da kısa sürdü, gecenin ikisinde; zil zurna sarhoş eve döndüm. Soğuk yatağa bakıp, biradan bir yudum; sigaradan bir nefes çektim. Kovaladığım kasvet, yine karşımdaydı.
"Boş..." dedim ve yattım. Evet, hakikaten boş be çabalamak. Bırak aksın gitsin diyorsun da, kafa ayrılmıyor ki hiç? Hem, ben kaosu her zaman sevdim sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder