Google+ boş mideye iki duble viski: Umutsuzluk

31 Ocak 2011 Pazartesi

Umutsuzluk

Bunu görüyorum, her dakika.
Duvara yaslanmıştım. Sigara içilen derme çatma balkonda; ESN Bar'da 10 liraya kapattığım ve ödediğim 10 liranın hakkını veren, dozu tutturulamamış; bozuk süt aromalı white russian'ı yudumlarken. Kokteyl içen erkeklere oldum olası kılımdır, bu yüzden de bol sulu biralara sahip barlarda white russian(the big lebowski hayranıyım evet) veya jack coke'tan öte gitmez içki kültürüm. Mojito mu? Yok anam kalsın. Zamanında O.C. izlemiş ve aklı ergenliğinde kalan gençlerin sürüyü takip eden koyun misali vazgeçemediği favori içkileriyle aram yoktur.
Gelgelelim; kesmeye başladım ortalığı. Çatır çatır konuşuyordu insanlar. Kimisi dikkat çekmek için yüksek sesle gülüyordu, kimisi ortamda yabancı kızlar olduğu için "yerli" arkadaşlarına bile "Ola" şeklinde selam vererek sempatik olmaya çalışıyordu. Umutsuzluk nerede mi baş gösteriyordu? Saplar geceyi nasırlanmış elleriyle geçireceklerini fark ettiklerinde, kadınlar yeterli ilgiyi göremeyeceğini hissettiğinde. Yalan yok, her daim kadın delisi oldum. Daha fazla kadın, daha fazla seks... Son kullanma tarihimin geçmiş olduğunua ayıktığımda da, bu ilgimi aksiyona dönüştürme frekansım azaldı. Diskolar, barlar, danslar, Lady Gaga'lar, 80'ler 90'lar, kostümler, konsept partiler; yerini meyhanelere, birahanelere, Müzeyyen Abla'ya, Tanju Abi'ye, meyve tabaklarına ve geceyi sonlandıran Türk kahvelerine bıraktı. Parmağımı kıpırdatmadım. Hoşlanmadığım bir kadına, geceyi boş geçmemek adına yapışamadım. Bugün, son bir şans; belki eskiye döner, sosyalleşir kaynaşırım amaçlarıyla ESN'in yolunu tuttuğumdaysa; tespit yapmaya bile mecalim kalmadığını farkettim. Fakat sonuç hüsran; umutsuzluk, çaresizlik vardı herkesin suratında.
Bunun tespiti için ne Freud olmaya gerek vardı, ne psikoloji okumaya... Aynı egolar, aynı saplantılar, aynı dikkat çekme çabası, aynı kasılmalar, aynı kudurmalar. Bir adım daha uzaklaştım sanırım yukarıda bahsettiğim zavallılardan. Ağır hayat. Acı değil, fakat "farkında olan bir insan" için fazlasıyla ağır. Veya belki de hayat değil de ağır olan, İstanbul'un yavşak oğlanları kaşar kadınları insanı çileden çıkartan. Bir kez daha yemin etmiştim İstanbul dün ayak bastığımda buraya. Bu sefer kararlılıktı sesimdeki, sertlikti, hırstı. Bu sefer ötekilerden farklıydı, hala da arkasındayım sözlerimin. "İstanbul sen mi büyüksün ben mi büyüğüm amına koyacam senin" şeklindeki esprili edebiyat değil anlatmaya çalıştığım... Anlatmaya çalıştığım, bugüne kadar hep ben senin şımarıklıklarına, samimiyetsizliklerine, gevşekliklerine, yavşak oğlanlarına-kaşar kadınlarına alışmaya çalıştım. Ancak artık bu iş böyle değil. Artık sen bana ayak uyduracaksın İstanbul. Bu Mersinli genç kimleri dize getirdi, seni mi dize getiremeyecek? Susacak, oturacaksın aşağıya. Sakin olamayacağım çünkü artık, yavaşlamayacağım çünkü artık.

1 yorum:

caner dedi ki...

yine güzel bir yazı. ellerinize sağlık...