Google+ boş mideye iki duble viski: Ağlak...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Ağlak...

Ağlaktır çoğu ergenin açtığı blog. Özlemdir, acıdır, kalptir, yürektir. Ancak zırlamadır bir yandan da... Sonra aynı ergenler, büyüyünce bir kez daha bakarlar yazdıklarına ve gülerler. Şimdiye kadar çok da ağlak yazdığıma inanmıyorum. Biraz daha kekremsi belki ama ağlak değil, çırpınmak veya silkelenmek oldu genel anlamda felsefem ve sırtım duvara yaslandığında rakibime; yani hayata vurduğum kroşeydi beni toparlayan. Çünkü hep vurabiliyordum, yine vurdum belki; kim bilir... Ama bir şuursuzluk hakim bu ara. Neden mi?

Tarih: 3 Ocak 2011
Ölüm Saati: 11.50

"Bana sürekli hatırlattığın, şu an toprağında yattığın Mersin'imin üç beş kansızdan kurtulduğu gün bırakmayacaktın beni be babaanne..."

Evet ben iyi bir aileden geliyorum, ailemi çok seviyorum ancak babam anam
memur olduğu için beni babaannem büyüttü be... Kendimi bildim bileli babaannem vardı başımda, Mersin'deki evimizde. Dedemi kaybettiğimi hayal meyal hatırlardım, cesedini görmüş olmama rağmen. Çünkü ufaktım. Daha beş yaşındaydım. Hafif hafif olayları hatırlayacak kıvama gelinceye kadar bünye, babaannem bizimle yaşadı. Kah tatlı, kah acıydı onunla anılar. Genellikle öfke beslerdim kendisine karşı, çünkü kendimi hep ona hizmet ediyormuş gibi hissederdim. Dişini, ilacını, gözlüğünü, suyunu getirir; ne zaman "Hakkınızı helal edin." dese, "Ben kendimi bildim bileli babaanneme hakkını helal ediyorum." diye dalga geçerdim. Onunla yaşadığım anıları yazsam buraya, post uzadıkça uzar. Bunları da neden paylaşırım sizlerle bilmem de; açınca bir ufağı; bünye yine geliverdi muhabbete...

İstanbul'da yaşadı son iki senesini. Yani "Dalya"(100) dedikten sonra yaşadığı iki seneyi... 101 yaşında bırakmak zorunda kaldı bizi. O güleç, neşeli, muhabbete doymayan-muhabbetine doyum olmayan, güney aksanlı kadıncağız son zamanlarını ağzını bile oynatamadan geçirdi ya, ben onu o halde gördüm ya...

Bana koyan da ne biliyor musun? Geçen çarşamba gittiğimde son sözlerini bana söylemiş olması. Son bir gazla yanına yanaşmıştım, belki konuşur diye.
-Ben gidiyorum babaanne.
-Nereye gidiyorsun oğluuuum?
-Evime gidiyorum babaanne. Benim evim uzak. Yine geleceğim ama, söz veriyorum.
-Güle güle oğlum, Allah yolunu açık etsin.

Nereden bilebilirdim ki sözümü tutamayacağımı, onu dünya gözüyle bir kez daha göremeyeceğimi?

Ah be babaanne, hayatta tutunduğum dallardan biriydin. O neşeli gülüşün; "avrat"larla ilgili sorduğun soruların, hafızamdan kaybolmayacak gülümsemen, "hadi köye gidelim, Şakire bekler durur" tiradların olmadan, ben kayıbım be babanne.

Huzur içinde yat, biliyorum seni bu halde yanımda görmek isteyecek kadar bencil; veya senin tabirinle "zopçuk"um ama bil ki, şubatta bayram seyran demeden bitivereceğim hemen yanıbaşında...

Hiç yorum yok: