Google+ boş mideye iki duble viski: Aralık 2010

29 Aralık 2010 Çarşamba

Karışık Pizza...

Fena film değildi aslında. Kimi Tarantino çakması dedi, kimi bir boka benzemiyor dedi. Ama ben beğenmiştim. Sanırım bu beğenimin altında da filmi çok küçükken Kanal D'de görmüş olmam ve annemin "Oğlum yat artık." ihtarının bir ultimatoma dönüşmesiyle birlikte yatağa girerek, filmin -az çok- sansürlü halini bile izleyememem yatıyor. Ha Cem Özer'e oldum olası kılım, orası ayrı... Ancak oyunculuk, senaryo, IMDB diliyle "action-chrime-thriller" arasında gidip gelmesi çok çekiciydi ve geçen sene, Youtube'da filmi bulup izlemiştim. Hatta Youtube'a yükleyen insan evladı, filmin tümünü değil, yüzde yetmişini falan upload edip "diğer partlar nerede piç?!" sitemine maruz kalmıştı benim tarafımdan olmasa da... Ben de başka kaynaklara yönelmiştim ve bzzzzt sıradaki!

Gelgelelim, esasen bu post'ta bir film eleştirisi yapmak, ara ara spoiler vermek değildi amacım. Sonuçta -tiz ve küçük harflerle konuşan bir kadının ses tonuyla- "Efendim bizim konseptimiz film eleştirisi değil.."

Tamamen istemsiz, Pavlov'un köpekleri hesabı, geçen yılbaşında halamlara stoklanan ve kimsenin açıp içmediği şarabın çıkış izni bana verildiği için başladım yazmaya. Anlayacağınız, açınca şarabı tek başına; dikince bir de kafaya, bünye "yaz." dedi; ben de başladım yazmaya.

Ama malzeme yoktu elimde, herhangi bir şeye kafayı takacak, dellenecek modda değildim çünkü -oh, hayatım darmadağın:(((- Gemide filmindeki kaptan(Erkan Can)ın dediği gibiydi durum, "Off, her şey karışık..."

Oradan buradan soruşturunca karşıma kariyerizm düşmanları(haklı bir düşmanlık), samimiyetsizlik vs çıktı. Boş geldi kelimeler, sanırım bunlar üzerinden yazmaya bir başlasam, sabaha bir romanı bitirmiş halde uykuya dalardım.

Yeni yıl klişeleri bir an aklımı çeldi, vazgeçtim.

Sonra dengesiz kadınlarda aldım soluğu. Onların koyunlarında değil, bahsinde... Şu dünyada erkek, dengesiz kadın kadar çekmemiştir hiç bir şeyden. (Kaynana dahil.) *Onlar konusunda sorunun ne olduğunu asla anlayamazsınız. Çünkü "Seninle ilgili değil." derler, ilginizi yitirip "eeh" efektini verdiğinizde "ilgisiz, odun" olursunuz.
*Bir şeyler yaşamak için kaptırırsınız ama kendinizi, belki kısa süreli ilişki; belki ciddi içilen bir iki kadeh, ciddi geçen bir iki ay; veya lakayıt emen bir ağızdır aradığınız. Ama olmaz... Çünkü olamaz. Aradığınız ne olursa olsun, düz duvara tırmanırsınız, hırslanırsınız. Çünkü yasak elmanın tadı her zaman güzeldir. Ona ulaşmak değildir amaç, o vasıtasıyla dilenen istikamete -ilişki, seks vs- ulaşmaktır amaç.
*Onlar asla ne istediklerini bilmezler ama size sordukları tek soru, "Benden ne istiyorsun?"dur. Onunla vakit geçirdiğiniz için, siz de bağlanırsınız bir yerden sonra. "Eeh, seninle mi uğraşacağım ulan?" diyemezsiniz, amaçtan uzaklaşırsınız. Egonuz törpülenir, suyuna gitmeye başlarsınız ve bir tümördür artık o, kesip atamadığınız her günün sabahında öldüğünüz. Vazgeçemezsiniz. Uğraşırsınız. Olmaz... Sırtınız bir kez daha duvara yaslanır. Belki bir gün, belki bir gün kesip attığınızda onu bünyenizden; neşterle ayırdığınızda ruhunu aklınızdan; müebbet hapisten çıkabilirsiniz, kim bilir?

Ah bir de doğru kadınlar vardır ki her daim saygıyla anarsınız. İlişkinin gidişatı, ten uyuşmazlığı, fikir uyuşmazlığı önemli değildir. Bittiği anda önünüze bakmanız biraz zaman alır ki dengesiz kadınla tek ortak özelliği budur. Ona ve mazinize saygı duyarsınız çünkü iyi anıları hatırlarsınız onlarla ilgili. Belki Akdeniz Akşamları kıroları gibi birlikte yıldızları seyretmezsiniz, şarap-battaniye-film üçlemesi yaşamazsınız yurdum entel genci gibi ama; geçirdiğiniz her an değerlidir onunla. Ah, dedim ya; yürür veya yürümez ama şiir gibi kadın olmuştur o bir süre sizin için. Arada bir yad edilir, geçmişe gülümseyerek bakmanızı sağlar. Gülerek veya ağlayarak değil; gülümseyerek. Çünkü o, odur. Başka birisi değil, başka bir model değil. Kendisidir ve kendisi olarak yeterli olmuştur uzun bir süre. Saygıyla anıp, yolunuza devam etmek yerine her alkollü olduğunuzda ona boş mesaj gönderirseniz, inanın bana; size duyduğu saygıyı tüketirsiniz. Bunu yapmayın, adamı ayar etmeyin.

Yazı boyunca çalınan şarkılar:
Maksat Muhabbet Olsun (Karışık Pizza Soundtrack)
Leonard Cohen - The Future (Kişisel Soundtrack)
Kyuss - Isolation Desolation (Dengesiz Kadınlar esnasında)
Blue Öyster Cult - Don't Fear The Reaper (Doğru Kadınlar esnasında)

12 Aralık 2010 Pazar

"peki alkol de çözüm olmadığında neye başvuracaksın?"

günlerdir kafamı kurcalayan soru... uzun bir süredir uyku problemim var. ne psikiyatra görünmek istedim, ne de milletin sidik yarıştırırcasına kullandığı hapları denedim. apranax, xanax, prozac vs vs. biliyorum çünkü herkes kullanıyor, veya kullanmış olduğunu iddia ediyor. lisedeyken yapılan "bir kasa bira içerim" geyikleri gibi, bu ilaçları kullanıyor olmakla da övünen tipler var şaka maka. gelgelelim; tamamen bitkisel ve reçetesiz satılan atarax dışında herhangi bir medikal çözüme de başvurmadım bunun için.
uykusuzluk yeterli oluyordu bir ara. bir gece uyuma, ertesi akşam gir yatağa. sonra onu geçip dört-beş saatlik uykulara ve kahve seanslarına başladım.
zirve yaptığım nokta: geçen sene, final dönemi... günde iki vitamin hapı(şu balerinlerin falan kullandığından), iki-opsiyonel üç litre kahve, büyük bir şişe kola, ağrı kesici niyetine majezik, iki kutu red bull falan devam ettim. halisülasyonlar mı, aklını kaybettiğini düşünerek geçirilen depresyonlar mı dersin... finaller sona erince, ben de sona erdim tabii. hepsinden bir anda kesince kendini, bünye dayanamadı ve bayılıverdi. yaşayamıyordum adeta. günde en fazla sekiz saat ayaktaydım ve hep bitkin hissediyordum, başım sürekli çatlıyordu. yaz boyu detoks dedim; ne kafein, ne enerji içeceği, ne de hap kullandım ve ilk haftanın sonunda hasta oldum. doktora gittim fakat reçeteyi yırtıp attım.

ve yine aylardan kasım... günün sonunda bünyeye alkol girmeden rahat uyuyamıyorum. gündüz mü? rezalet geçiyor. beynim kaynama noktasına ulaşıveriyor gün ortasında. herkesin bir anda sesini kesmesini; yakınmalarını, şikayetlerini de makatlarına sokup defolup gitmelerini yeğliyorum. olmuyor, fırsat buldukça duvarları yumrukluyorum. eve geliyorum; ilk iş yemek, ikinci iş duş, üçüncüyse tabii ki tekel bayiine telefon...

ve şimdi farkediyorum ki, bünyeye artık alkol de etki etmiyor. sinire kesiyorum gecenin köründe, sarhoş sarhoş girdiğim yataktan bir saat sonra ayık kalkıyorum. ve şimdi bambaşka bir soru soruyorum; "biz bu bokun içinden, nasıl çıkacağız?"

zırlamamamı dinlediniz, iyi geceler.

9 Aralık 2010 Perşembe

Hepimizde var

kuyruk acıları, ego sarsıntıları, içimize kapandığımız anlar, sıkıntılı zamanlar ve bazen de acılar. 2.03 AM... sanırım alkollüyüm ve bir başka parçayla karşınızdayız. gecenizin dj'i olmaktan ve ibretlik paylaşımlar yapmaktan ziyade, her zaman kusamadıklarımı anlatmak ve günah çıkarmak derdim. sanırım bu notları da bu yüzden yazıyorum. parçaya veya konuya dönecek olursak, zırladıktan uzun süre sonra anladık hatalarımızı. çıktık dipten su yüzüne, zemine attık elimizi. ama onu gördüğümüzde veya hatırladığımızda da vazgeçemedik gözümüzü boşluğa dikip düşünmekten. dinle öyleyse, "say farewell and close the door, you'll find me nevermore" şeklinde süren bir ağıt nakaratını. dal düşüncelere bir kez daha. kurtulmaya çalışma; ta ki liriklerin sonundaki sürprizi görene kadar. sonra yine silkelenmeyi dene, belki başaracaksın ve bu ruhsal saldırıyı da atlatacaksın. ama benim nefesim tükenecek sana yardım edemeyeceğimi farkettiğimde. iyi geceler.


SCREAMING TREES-FOR CELEBRATIONS PAST

this is for footsteps approaching the night,

they keep themselves moving and do what is right.

now watch what you gather and hold in your hand,

numbers are many who misunderstand.



drink your wine away instead,

i won't remember all that's said.

say farewell and close the door,

you'll find me never more.



that i believe in,

that i believe in,

that i believe in you.

must be a crying shame.



tell you a story of that which comes last,

all of the sorrow that lives in the past.

now if you're tired of all that's been told,

don't be surprised that i've grown so old.



drink your wine away instead,

i won't remember all that's said.

say farewell and close the door,

you'll find me never more.



and i believe in,

that i believe in.

that i believe in you.

must be a crying shame.



breathing in shadows or dead on the vine,

i'm there in the morning to take you sometimes.

to watch what you gather and hold in your hand,

the numbers are many who misunderstand.



drink your wine away instead,

i won't remember all that's said.

say farewell and close the door,

you'll find me never more.



and i believe in,

that i believe in,

that i believe in,

that i believe in,

that i believe in you.

must be a crying shame.



Süpriz: bunu yazmış olabilirim ancak aynı parmak uçlarından bu da çıktı, hem de iki gün kadar önce. http://southernvagrant.blogspot.com/2010/12/ask-iliski-hayat-yasam-hayr-ustu-kalsn.html

5 Aralık 2010 Pazar

Aşk? Hayır, üstü kalsın.

"Çok tatlı bir şey, böyle.. Ne bileyim ya anlatamıyorum, ama kalbim küt küt atıyor onu görünce."
"Hayatımda tanıdığım en doğru insan. Benim için doğru adam bu... Ben aşığım galiba Mahmut..."
"Terketti, bıraktı gitti. Çok kötüyüm abi, akşam işin yoksa içelim mi?"
"Pis köpek! Ayrıldık... Orospu çocuğu ya! Sildim her yerden, Facebook'umu da yeniden açıyorum."
"Çok güzel gidiyordu her şey, bir anda yürümeyeceğini söyledi."
"Meğerse piçmiş bu. Bir okudum mesajlarını neler neler var! Siktiri çektim yolunu verdim ben de!"

vs. vs. vs.

Bir saniye bile düşünmeden, backspace kullanmadan aklıma gelen ilk beyin kemirgenleri bunlar. Sadece benim çevremde bu diyalogların dönmediğini de biliyorum. Aşk... Kitlelerin eroini. Vazgeçilemeyen. Sıcak çikolata tadında. Ama sıcak çikolatadan daha akıcı, daha şireli, daha yapış yapış. Özellikle de elin sikinde, am bekçin yanında iken son bulduğunda.

Peki nedir aşk? Böyle insanın içinin kıpır kıpır olması mıdır? Sevdiğini haykırabilmek midir? "O" aklına geldikçe mutlu olmak mıdır? Hayır. Hiç biri değildir. Aşk serotonin hormonunun vücutta fazla salgılanması da değildir. Aşk nedir biliyor musun? Aşk tutsaklıktır, aşk tatmindir, aşk duygusal arayıştır. Ama aşk asla kült değildir. Aşk; bir başkasının seni düşündüğünü fark ederek yaşadığın mutluluk ve yine aynı sebeple egonun okşanmasının tanımıdır sadece.

Şimdi geriye dön ve düşün. Ne kadar acı çektin hayalinde yarattığın bu büyülü duygu yüzünden? Ne kadar zaman tükettin? Amacın vardı. Sevmek değildi. Sevişmek de değil. Amacın ona sahip olmaktı, duygusal, fiziksel ve cinsel yönden. Üçü bir arada hesabı... Buna aşk dedin. O da aşk dedi. Birlikteydiniz. Sonra başkalarına da aynı şekilde sahip olmak istediğini farkettin, veya onun başkalarına sahip olma eğilimlerini... Vazgeçtin. Elinde ne mi kaldı? Tükürük veya sabun baloncuklarıyla kaplanmış sikin veya büyük bir kap dondurmayla aromalandırılmış, battaniyenle süslenmiş; hastalık hastası anlamına da gelen büyük bir boşluk: depresyon.

Yıkıl. Çünkü bunu hak ettin. Aradan birazcık zaman geçecek, yeni birini bulacaksın. Aşk diyeceksin bu duygu ve düşüncelerine de ve benim gibi aşka inanmayan insanları ayıplayacak, onlara uzun tiradlar atacaksın. Zayıf değilsin, zeki veya aptal da değilsin, sadece ve sadece; malsın.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Nefret Ettiklerim Bölüm: 3

9) Sanatı Seks İçin, Seksi Sanat İçin Kullananlar: siyam ikizleri gibisiniz. özellikle yazılı eserlerde sık rastladığım "seksi sanat için kullanmak" örneğinde nefret ve öfke kusmama sebep oluyorsunuz. beş para etmezsiniz. cinsel anılarınız, yattığınız erkeklerin penis boyu-performansı, yattığınız kadınların vücut yapısı-sakso başarısı abazan türk toplumunun her daim ilgisini çekecektir, ancak az çok düşünebilen bir -sizin tabirinizle- apaçi bile "sex sells" mantığından yola çıktığınızı anlayacaktır. gün gelecek, bu işten rant sağlayamayacaksınız. öte yandan; her bacakarasına girebilmek adına sanat yapmaya çalışan iktidarsız ibneler ve vajinismus orospular, tıpkı birinci örnekteki gibi sizin de esas amacınızın ne olduğu zamanla ortaya çıkacak. gerçi, siz önceki örnekten daha masumsunuz. zira, bir kısmınız farkında değil sergilenen her eylemin, faaliyetin; alınan her tavrın, üretilen ve tüketilen her ürünün amacının seks olmasının.*
10) 80'ler, 90'lar, 2000'ler Partileri Üzerinden Ekmek Yiyen ve Para Kıranlar: "80'ler ne garipti değil mi, şarkılar falan?", "off, 90'ların modasına hala hastayım ben. yüksek bel pantolonlar, makyajlar!", "2000'ler çok güzeldi ya, matrix benim hala favori filmimdir." bu cümleler havada saçılmaya, "80'lerin sonunda, 90'ların başında çocuk olmak" grupları üye alımına devam ettiği sürece ne yazık ki bu klişelerden hayatımız boyunca kaçamayacağız. bir de bu aptalca diyalogları temel alarak partiler düzenleyen, ve aynı diyalogları temel alarak mekandaki kadınlara yanaşmaya çalışan erkekler... onların da miladı dolmuyor ne yazık ki. her daim devam edecekler insanların geçmişte yaşananlardan, hatırlanan anılardan ve bu nostaljiden yaşadığı keyfin sömürüsünü yapmaya. masumlar mı? en büyük sıkıntı onlar. çünkü asla açamıyorlar gözlerini... şimdi sktirin gidin siz de, bir depeche mode, bir cure, bir alphaville şarkısı dinleyin.

*: bu son cümleyle ilgili gerek yeter açıklamayı yakında yapacağım. hatta başlı başına bir giri olur bu muhtemelen. şimdi herkese iyi geceleeeeeer! (iyi geceler mi? skime kadar gecenizin nasıl geçtiği... koyun sürüleri sizi..)