Google+ boş mideye iki duble viski: "Red Eyes and Tears"

19 Aralık 2014 Cuma

"Red Eyes and Tears"

Harika başlamamıştı. Sadece bir kez birlikte olmuştuk ancak sabahlara kadar düzüşmüştük. Yaşının benden küçük olması ve tecrübesizliği, işime gelmişti. En karanlık fantezilerimi gerçekleştirmiştim o bir gecede. Muhtemelen o fantezilerin tümünün "olması gereken şeyler" olduğunu düşünüyordu çünkü beni tanımıyordu.
Aradan bir iki gece geçti, bir daha aradım. "Daha fazla yatıp kalkmak istemiyorum kimseyle." dedi. Yalan söylediğini bir iki ay sonra anlayacaktım. Dört tane elemanı "oyaladığını" ve istediği adamı baştan çıkarabileceğini söyleyecek kadar özgüveni yerine gelmişti. Tabii özgüven dışında, aradığımda sadece benimle takılmak istemediğini söylemek yerine "yatıp kalkmayı bıraktım" yalanı ortaya çıkmıştı.
Gel zaman git zaman, diyalog devam etti. Görüşelim, dendi, hasta oldu, gelemedi. Telafi bekliyordum ve sinirime dokunmaya başlamıştı. Bir cuma akşamı bara çağırdım. Twitter'ıma bir özel mesaj düştü. "Whatsapp'tan ne yazdın? Whatsapp'ı açamıyorum şu anda. Bazı mesajları okuduuğum görünürse, cevap vermediğim için ağzıma sıçarlar." Yalan söylemekten farksızdı yaptığı ancak bu sefer kurban ben değildim. Whatsapp'tan gönderdiğim mesajın cuma akşamı barda buluşmak olduğunu ilettim kendisine. "Akşam çıkacağım işten, akşam tekrar konuşalım ama geleceğim muhtemelen, bir öncekini telafi edeceğim." dedi. Anlaştık...
Akşama doğru Whatsapp'tan yazdım. Cevap vermedi, hatta son online görülme tarihi ve saati de oldukça eskiydi. Aynı oyunu bu sefer bana yapıyordu. Barda içmeye devam ettim. İtalyan sevgilim veya "broad"um geldi. Onunla ve Amerikalı "Wild Bunch" tayfayla içmeye devam ediyordum. Cevap vermemesi sinirlendirmişti. Son noktayıysa muhtemelen o gece takılacağı erkekle barın önünden geçerken koydu. İçeri baktı ancak beni görmedi, kapşonumu çekmiştim...
Gece 1 gibi whatsapp'tan gelen bir mesajla irkildim. "Kusura bakma ya, bu akşam gelemedim." Tek bir kelimeyle cevap verdim: "Biliyorum."
Ardından sildim her yerden. Twitter unfollow, telefon numarası ve geri kalan her şey... Sinirlenmek bu aralar ihtiyacım olan son şey olduğu için aramayacaktım. Hayatımdan silip atacaktım. Ama rahat durmadı... Mersin'e dönmüştüm. Bir hafta kadar kafa dinlemek için... Barın müdavimlerinden Müjdat Abi mesaj attı.
"Sinir oldum sana. Bir kız seni sordu."
Kızın özelliklerini sordum, o olacağını tahmin etmemiştim. Oymuş... Ama o olduğunu da bana attığı mesajdan öğrendim. "Seni soran bendim şampiyon."
"Sen kimsin?"
"Oha tanımadın mı?"
"Tanıdım, fotoğraftan. Ama her yerden silmiştim seni, fark etmedin sanırım."
"Neden?"
Söylediği yalanları anlattım. "Alakası yok sana neden yalan söyleyeyim." gibi kadınsal kurnazlıklara girişti. Özür diledi yine de... Kuru özürle ikna olmam, çıplak fotoğraf istiyorum, dedim. Üç dört tane fotoğraf gönderdi. Vücudu hala güzeldi ama içimdeki öfke dinmemişti. "Bir anda eskisi gibi olabileceğimizi sanma, ben asla unutmam ve asla affetmem. İlk hatanda bunu karşına çıkaracağım." dedim.
Punchline buydu aslında. Oldukça basit. Unutmayacağımı ve affetmeyeceğimi belirten bir mesaj. Mersin'deyken bana güzel bir meşgale çıkmıştı. Uğraşmaya başladım ancak kör uğraşmıyordum. Bir planım vardı. Çok gençti ve zekasıyla beni alt edebileceğini düşünüyordu. Tecrübenin karşısında iq değerinin hiçbir anlamı yoktur. Özellikle lisans hayatı kadınlarla dolu bir havuzda 7.5 sene sürmüş bir adam karşısında...
İçten içe işledim. Reklam ajanslarından birine kapağı atmak istiyordu. Oldukça bilinen ve eş başkanı tanıdığım bir arkadaşım olan bir ajansla tanıştırdım. Eş başkan olan arkadaşım da ajansı ne kadar biliniyorsa, o kadar abazaydı. "CV böyle hazırlanmaz, bir ara yüzyüze konuşalım cv'ni düzenleyelim." falan diyecek kadar abazaydı belki de... Adam başkan ama hala junior, stajyer sikmeye çalışıyor, diye düşünmüştüm.
İstanbul'a döndüğüm gün görüştük. "Ama bak reglim ihihihi." falan dedi hatta görüşmemizden önce. Onunla yatmayacaktım, ama onu ağlatacaktım. Gecenin planı buydu.
Daha çok toy olduğu için ot içmeyi seviyordu. Hatta onu bile iyi yaptığını belirtircesine kendisine, o akşam ot içip içmek istemediğini, bir gün öncesinden sorduğumda "Nerenin otu?" diye sormuştu.
Geldi. Geç kaldı hatta bayağı. "Çok kötüyüm, hiçbir şey yemedim ve anti depresan içtim. İçki içmek istemiyorum." dedi. Arada benden bir iki yudum bira otlandı, shot ısmarladım. Muhabbetler kesilip telefonlar dışarı çıkmaya başlayınca döndüm;
"Kalkalım mı?"
"Olur, ben de arkadaşıma geçerim."
"Ha ot içmeyecek misin?"
"Aa ot varsa gelirim tabii. Bana mı vereceksin sizde mi içeceğiz?"
Hafifçe öne eğildim, yüzümde en sevdiğim gülümseme...
"Ot yok, hiçbir yere de gelmiyorsun. Bu çıkarcı ve sinsi halinle seni burada bile istemiyorum. İstediğin an gidebilirsin. Bir daha görüşmeyeceğiz."
Ya, nasıl yani, falan demeye kalmadan bunun bir plandan ibaret olduğunu ve zaten uçaktan inip mahalleye geldiğim an düzüştüğümü, kendisiyle yatmak için buraya çağırmadığımı anlattım. Şok oldu. "Sen her istediğini böyle kullanabileceğini sanıyordun sanırım." diye devam ettim. O 3 ayda biriktirdiği özgüven yerle yeksan oldu. Gözleri doldu. "Ah, bir dakika. Hemen gitmesen olur mu?" dedim.
Garson kızı yanıma çağırdım. İşin güzel tarafı garson kızlar bana sarıla sarıla etrafımda salınıyorlardı o güzel akşam. Bir şarkı istedim, göz yaşlarını gördükten sonra.
"Red Eyes and Tears"
Ben bi' tuvalete gidip geliyorum, dedim. Şorul şorul işedim. Şarkı bitti.
"Tamam, şimdi gidebilirsin, güle güle." dedim.
Siktir oldu gitti. Sigaramdan bir nefes alıp, "İstanbul'a geri döndüm." diyerek nefes verdim. Sırıtıyordum...










Hiç yorum yok: