2010'a girmeden hemen önceydi... Okulu bırakmayı planlıyordum. Yazarlıktan para kazanacağımı düşünecek kadar da saftım. Hoş, kazanmadım değil ancak ana işimin bu olacağını düşünüyordum. Aileme durumu anlattığımda içim cız etmişti. "Tamam oğlum. İstersen sınava tekrar girersin. Biz senin mutlu olmanı istiyoruz."
Bırakamadım okulu, bu cevabı aldıktan sonra. Dedim iyi ya da kötü, 4 sene emek verildi bana. Şimdi bırakılmaz. Ancak yazmayı da bırakmadım. Her gece bir şişe köpek öldüren ya da rezalet bir vodka eşliğinde yazmaya devam ettim. Bir roman yazacağım, dedim. Yaklaşık 100 sayfaya ulaşmıştım. Sonra ne mi oldu? Judith'le tanıştım. Güzeldi Judith. Eğlenmiştik de... Sonra kayboldu, sıradan senaryo.
O ara bilgisayarım da perte çıktı. Hiç yedek almamıştım. Dangalaklık işte... Kullansana Dropbox, Google Drive ya da benzerini?! Uçtu gitti roman. 100 sayfalık emek çöpe gitti.
Tasvir ettiğim, hatta akabinde Kenan Yarar ustayla da paylaştığım ve fikirlerini aldığım karakter bir çevirmendi. Evden çalışan, alkol problemleri olan, geçmişiyle yaşamaktan sıkılan bir çevirmen... Aslında olmak istediğim adamı tasvir etmiştim belki de. Sadece yazar değil de, çevirmen.
Bugün fark ettim. O adam oldum. Son bir haftada. Elimde çevirmem gereken metinler, her sabah kahveyle bilgisayar başına, dümdüz.
Yoğun çalış, üç dört saat. Soluğu barda al. Bardan çık, yalnız çıktıysan iki bira daha içip uyu, 12 saat kadar. Yalnız çıkmadıysan ikişer bira al. Seviş ve daha az uyu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder