Hayatım boyunca iyi bir adam olamadım. Kimsenin de adamı olmadım, diyemeyeceğim. Bildiğin iyi bir adam olamadım. Kendimi artık anti-kahraman zırvalarıyla savunacak halim de yok. Hoş, halim olsa anlamak isteyen de yok. Kısaca özetlersek, hayatım bitiyor. Halimiz itten beter, keyfimiz paşada yok? O da sadece alkollüyken oluyor.
Ne "Any Given Sunday" filminin o meşhur Al Pacino konuşma sahnesini izleyerek motive olabiliyorum, ne de Dishonored: The Knife of Dunwall'un intro'sunu izleyerek kendime gelebiliyorum. Sevdiğim her şeyden uzaklaşmaya başladım. Galatasaray'ın maçını bile izlemeyeceğim örneğin ki yarım saat sonra başlayacak olsa da evde bira içmeyi tercih ediyorum.
Son bir ayım kavga gürültüyle geçti. Evet, benim bir ilişkim vardı. Kavga gürültünün sonu tahmin edeceğiniz üzere terk edilmem oldu. Seneler sonra "İşte bu." dediğim ciddi bir ilişkim oldu. [Seneler=3 sene] Kısa takılmalar, bir aylık ilişkiler ve pazar sabahlarında yalnız kalmayı istemek, tek gecelikler... Hiç birinde ben, ben olamadım. Cesur değildim bu yüzden birlikte olduğum kişiyle ciddileşmek istemedim, değil. Bildiğin o çekimi hissetmedim. Siktir et, dedim; kimi zaman "siktir git." oldu bu. Şaka yapmıyorum, ciddileşmeye başlayan ve sadece 3 saat süren ilişkim oldu benim. Neden mi bir gün bile sürmedi? En nefret ettiğim şeyi yanımda yaptı, burundan çekti.
Tam dipten killi toprağı almış su yüzüne doğru süzülüyordum ki, ayağım bataklığa saplandı. Kemerburgaz'da bir bataklıkta nefessiz, leş gibi suyun içinde boğuluyorum. Bugün, son 24 saat boyunca bana "yararlı" olabilecek tek şeyi yaptım. Traş olup, dişimi fırçalayıp duşa girdim.
Barda dün çıkan kavganın misillemesi bugün olsa ve belindeki silahı gösteren adamlarla bugün karşılaşsam ne olur, diye düşündüm duştayken. Çıldırıp herifin gösterdiği tabancayı belinden çıkarır, kendi kafama doğrulturdum herhalde. "Hayırdır lan, beni mi vuracaksın? Senin taşşağın yetmez bunu yapmaya, al bak ben yardımcı olayım." diyerek. Bunu hayal etmedim. Düşündüm, taşındım, ne yapardım, diye. Bu kadar ileri gideceğime karar verdim. Ciddi ciddi böyle ilerlerdi sanki her şey. Hayatla bağım o kadar yitik...
Bundan yaklaşık dört ay önce -belki beş- bir ruh hastası "Ben sen hayatta kaldığın sürece dünyada yaşamaya devam ediyorum. Sen ölürsen beni de eski yerime (?) gönderecekler. Sadece dört ay ömrün kaldı, lütfen beni dinle ve benimle yarın yine bu saatte burada buluş." yazmıştı ask.fm'den.
Metafizik mevzularına hiçbir zaman inanmadığım için, soran kişinin kuruyla suluyu karıştırmış 20 yaşında bir kadın olduğunu düşünmüştüm. Geçmişimle ilgili ayrıntı vermeye başlayınca, bu kişinin beni tanıdığını tahmin ettim. Beni tanıyan, şaka yapmak isteyen bir piçti belli ki. En azından böyle davrandım, taşşak oğlanı olmamak için, screenshot'larla. Bir iki gün, dört ay sonra ölür müyüm acaba, soruları aklımı yedi. "Hiç acı çekmeden öleceksin." demişti. Ölmemek için, hayata tekrardan bağlanman gerekiyor, diye de eklemişti.
Hayata değil de, beni terk eden kadına çok bağlanmıştım ve duşta aklıma gelen "ne yapardım" sorusuna verdiğim cevap, sanki yakında gerçekten bu şekilde sert davranarak kendi idam sehpamı tekmeleyeceğimi ve bu metafiziksel (belki de) yapının haklı çıkacağını gösterir gibiydi. Daha fazla kafa yormadım, duştan çıktım, sakal traşımı oldum ve bakkala gidip bir six-pack aldım.
Şimdi aynı şarkılar (All Over Again, Blue and Lonesome, Autumn Leaves, Feels Like the End of The World ve türevleri) çalıyor evimde, sidik gibi olan biramı yudumluyorum. Nemin önüne geçmek için açtığım kombinin sesi eşlik ediyor.
Eğer ki önümüzdeki bir ay boyunca hiçbir şekilde yazmazsam, emin olun, ölmüşümdür.
İyi pazarlar, şimdiden.
30 Ağustos 2014 Cumartesi
18 Ağustos 2014 Pazartesi
"When the last light warms all the rocks and rattlesnakes unfold."
Bir süredir nasıl yaşadığım konusunda şüphelerim var. İyi tarafından bakacak olursak, çok iyi dostlar edindim. Evimin hemen yanında bir bar var ve bar sayesinde tanıştığım işletmeci, iyi arkadaşlarımdan biri oldu. Hatta o kadar hızlı gelişti ki her şey, bir anda onun arkadaş ortamına daldığımı fark ettim. Kendimle beraber ablamı, yakın arkadaşlarımı da çektim. Paso beraberiz. Ancak alkol tüketim seviyemin yükseldiğini fark ettiğimden beri durulmaya çalışıyorum. Şimdiye kadar pek başarılı olabildiğim söylenemez. Ancak alkolsüz geçirebildiğim geceler oluşmaya, şekillenmeye başladı.
Bir taraftan "Ne kadar geç buldum sizi..." diye düşünüyorum etrafımdaki yeni insanlarla konuşurken, bir taraftan da Avustralya'ya gitmeye çabalıyorum. (Örnek: Pasaportumu aldım, online başvurumu yaptım, yarın sağlık muayenesine gireceğim.)
Bir ay önce işimden istifa ettim. Avustralya planını kafaya koyduğumda yani... Nasıl olduğu konusunda hiçbir fikrim yok ancak hala çalışıyorum. Ruhen ofiste değilim çünkü konsantre olamıyorum. Zaten istifamı konuştuğumdan beri her şey ters gitmeye başladı ofiste. Markalarımdan birini kaybettim, kreatif yanımı yitirdim, kendimi "çavuş" gibi hissediyorum.
Önünüzde uğraşmanız gereken bu kadar çok kalem varken (aileyi ikna turları, vize işlemleri, uzun zaman sonra sosyalleşmeye başlayan bir bünye, uzaklarda bir sevgili, istifa edilmiş ancak çalışılmaya devam eden bir iş ve eminim çok daha fazlası -yazmaya üşendiğim) hiçbirinde başarılı olamıyorsunuz.
Yazmayı kesmemin altında yatan neden de birazcık bu aslında. Kafamı toplayamıyorum. Zekalıyım ama amele olmak istiyorum. Geri dönmem lazım, karalamaya, boyuna yazmaya, kendime gelmeye başlamam lazım. Ancak beceremiyorum. Çünkü, her biri başka bir adım, her biri başka bir dert. Ne yazık ki hiçbir adımı tamamlayamadım henüz ve bu sürünceme yaklaşık bir aydır peşimi bırakmıyor.
Aranızda kesin "En büyük derdin bu olsun be..." diyenler olacaktır. Dünya yanarken, Türkiye son demlerini yaşarken bu anlattıklarım çok basit şeyler, farkındayım ancak aldığım "Yazmayacak mısın artık?" soruları karşısında da bir cevap vermem gerekiyordu.
Bu 1 aylık süreç içinde yazdığım tek şey aşağıdaki linkte ki o da İngilizce. Proof-reading konusunda yardımcı olabilecek kadar iyi İngilizce bilen arkadaşları da beklerim:
https://medium.com/@neatwhiskey/she-shone-4c7c5303bfa0
Son olarak, başlıktaki parça True Detective'in intro parçasına ait.
Bir taraftan "Ne kadar geç buldum sizi..." diye düşünüyorum etrafımdaki yeni insanlarla konuşurken, bir taraftan da Avustralya'ya gitmeye çabalıyorum. (Örnek: Pasaportumu aldım, online başvurumu yaptım, yarın sağlık muayenesine gireceğim.)
Bir ay önce işimden istifa ettim. Avustralya planını kafaya koyduğumda yani... Nasıl olduğu konusunda hiçbir fikrim yok ancak hala çalışıyorum. Ruhen ofiste değilim çünkü konsantre olamıyorum. Zaten istifamı konuştuğumdan beri her şey ters gitmeye başladı ofiste. Markalarımdan birini kaybettim, kreatif yanımı yitirdim, kendimi "çavuş" gibi hissediyorum.
Önünüzde uğraşmanız gereken bu kadar çok kalem varken (aileyi ikna turları, vize işlemleri, uzun zaman sonra sosyalleşmeye başlayan bir bünye, uzaklarda bir sevgili, istifa edilmiş ancak çalışılmaya devam eden bir iş ve eminim çok daha fazlası -yazmaya üşendiğim) hiçbirinde başarılı olamıyorsunuz.
Yazmayı kesmemin altında yatan neden de birazcık bu aslında. Kafamı toplayamıyorum. Zekalıyım ama amele olmak istiyorum. Geri dönmem lazım, karalamaya, boyuna yazmaya, kendime gelmeye başlamam lazım. Ancak beceremiyorum. Çünkü, her biri başka bir adım, her biri başka bir dert. Ne yazık ki hiçbir adımı tamamlayamadım henüz ve bu sürünceme yaklaşık bir aydır peşimi bırakmıyor.
Aranızda kesin "En büyük derdin bu olsun be..." diyenler olacaktır. Dünya yanarken, Türkiye son demlerini yaşarken bu anlattıklarım çok basit şeyler, farkındayım ancak aldığım "Yazmayacak mısın artık?" soruları karşısında da bir cevap vermem gerekiyordu.
Bu 1 aylık süreç içinde yazdığım tek şey aşağıdaki linkte ki o da İngilizce. Proof-reading konusunda yardımcı olabilecek kadar iyi İngilizce bilen arkadaşları da beklerim:
https://medium.com/@neatwhiskey/she-shone-4c7c5303bfa0
Son olarak, başlıktaki parça True Detective'in intro parçasına ait.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)