Google+ boş mideye iki duble viski: Düşkün değil, düşmüşün anıları 6

10 Kasım 2013 Pazar

Düşkün değil, düşmüşün anıları 6

Sadece haftaiçi çalışıyor ve sabahlardan nefret ediyorum. İşbaşında olmak benim için hayatın en keyifli anı. İşimi seviyorum, kimi zaman daha da yaratıcı işler yapabileceğim bir yerlere kapağı atabileceğimi düşünsem de. Ofisteyken küçük dünyaları yaratmışçasına büyüyen egom, ofisten eve döndüğüm her an yerini bu blogdaki halime bırakıyor.
Geçen seneyi düşünüyorum. Geçen sene bu zamanlar nerede olduğumu; eski ev arkadaşım, kardeşim, kuzenim, çocukluk arkadaşım, destekçim, her anımda dayanağım olan Mert'i düşünüyorum. Eski evimi, daha önce yaşadığım hayatı, Beşiktaş'ı, Turgut Abi'yi, geçen sene hayatımın acı-tatlı her kilometre taşını düşünüyorum. Kendimi öldüremediğim her gecenin sonunda avuç içlerime attığım bir yarayı, Meltem'e duyduğum özlemi, Meltem'in yerine koymaya çabaladığım herkesi, şişeler ile pizza kutularının; kadınlarla birlikte yanyana dizildiği o fare deliğini ve kızlarımla yaşadığım çarpık ilişkileri düşünüyorum. Kraldan, köleye nasıl bu kadar hızlı düştüğüm aklıma geliyor. Bu, aklıma bir şekilde geldiği an soluğu tekel büfesinde alıyor; elimde poşetlerle çıkıyorum.
Nefes almayı alkol almakla bu denli eşdeğer tutmamın sebebinin yakın geçmişe ya da eski sevgilime duyduğum özlemden çok daha öte olduğunu hissediyorum. Kendimi çözümlemeye çalışıyorum.
Kurmak üzere olduğum projeyi, yazmaya başladığım popüler dergiyi, her sabah yatağımdan kalkmama sebep olan işimi, ölüm güdüsünden beni uzaklaştıran her şeyi didiklerken, bir iki gazete küpürüne takılıyor kafam. Yaşadığım hayata birebir dik olan her şey... Anadolu'da 12 yaşındaki bir kızın tecavüzcülerinin serbest kalması, Gezi direnişi sırasında ekmek almaya giden orta okullu çocuğun terör örgütü mensubu ilan edilmesi, devlet erkanının vajinalarla kafayı bozmuş olması,  fişleniyor olmak...
Mart ayına kadar yapacaklarımın değişmeyeceğini fark ediyorum ki bunun için bilgisayar mühendisi olmaya gereksinimim olmadığının farkına varıyorum. Ancak burada devam etmek üzerine karar veremiyorum.
Hızlı yükselen bir kariyer, akılda projeler, belki İstanbul'un en güzel noktalarından birinde yaşanacak bir "Mad Men" hayatı... Ancak yine bu boktan çukurun içinde yaşanacak bir hayat. Yolda yürürken vermeyi bırak, aynı asansörde bile selam veremediğin insanlarla geçirilecek; kasıntı bir hayat. Diğer yandan; sabah okuduğun gazetelerde karşılaştığın boktan durumlar. Arkadaş çevreni bile değiştirmeyi düşünmeye başladığın bir dönem...
Diğer yanda, yapmak istemediğin ve hayatın boyunca yapmak istemeyeceğin mesleğe dönüş; ancak daha iyi şartlarda. Daha iyi bir konumda, daha iyi bir ırk ile...
İkilemler yıkar, yıkıyor.

Hiç yorum yok: