Google+ boş mideye iki duble viski: Ekim 2014

3 Ekim 2014 Cuma

"All of this Could've Been Yours" - Burgaz'dan bölüm 2

Darlanan bünyenin ihtiyaçları bellidir. Bedava seks, parayla tatil ya da alabildiğine alkol.
Ben ikinci seçeneği tercih ettim. Seksi bedava yapabileceğim opsiyonlar hoşuma gitmedi. Alabildiğine alkolü zaten yıllardır tüketiyordum. Burgaz'a kaçtım. Otel odama çıktığım ve paketten çıkardığım ilk dalı yaktığım an, ödeyeceğim gecelik ücret aklımdan uçtu gitti.
"All of This Could've Been Yours" çaldı, tabletimden. Duşa girmeye hazırlanıyordum.
Bahçede oturan çiftlere baktım, üçüncü nefesi çekerken. Ya kadınlar çok güzeldi, ya da yanlış tercihi yapmıştım darlanan bünyem için. Dördüncü nefesi ayakta çektim, mini barın çalışıp çalışmadığını kontrol ederken. Beşinci nefeste bakkaldan bira almanın akıllıca bir karar olacağını düşünüp, "kanseri" küllükte söndürdüm.
Bundan aylar önce biriyle birlikte olmuştum.
Sorumsuz, hâlâ çocuk gibi davranan, işsiz bir kadın... Tanıştığımız an sıradan bir işsiz kaşar olduğunu düşünmüştüm.Tahsili, aile yapısı veya herhangi bir kalitesi önemsizdi. Sıradan bir kaşardı. İzlenimim buydu ki sevişen ya da tek gecelik seven kadınlara asla kaşar demem. Tanımı böyleydi onun.
Sürpriz yumurta açıldığında bir metaya ilk kez aşık oldum. Bir vücuda aşık olmak, bir kadına aşık olmaktan çok daha zormuş. Diri göğüsleri, dolgun kalçaları ve o üstümde salınırken gördüğüm figür gecelerce aklımdan çıkmadı. Ancak, Matthew Dempsey'nin kaderi ve yaptığı iş bellidir.
-Ne iş yaparsın?
-Ben özlerim. 25 senedir bu işi yapıyorum. 25 senedir özlüyorum. Onu, bunu, orayı, burayı, o zamanı, bu zamanı, o kadını, bu kadını, herkesi, her şeyi... Bünyem alışmış ki alışmış, kudurmuştan beterdir.
İkinci kez görüşmek için bir ay beklemem gerekmişti. Biriyle -ilişki bazında- beraberdim, ikinci görüşmemizde. Aldattım. Sanırım, bu bokları yediğim için kendimden asla gurur duymayacağım ancak ilk kez, "Ben senin vücudunu, seni çok özledim." dedim. Ön sevişmeydi.
Tutku ve hormonal salgının yaptığı tavan, güzel bir kadınla birleşir.
-Tebrikler, ölümsüzsün artık.
-Nasıl yani?
-Bir yarı tanrıyla seviştin.
Sigara diyalogları. Güldü ve gitti o akşam. "Bir sonrakinde kalırım, merak etme."
Peki, Burgaz'dan Ece'ye nasıl mı geldim? Ece Burgazlı'ydı ve orada yaşıyordu. Yani burada...

Soluğu kaçınca almak - Burgaz'dan bölüm 1

Neden burada olduğumu hiç sormadım kendime.
Neden buraya gelmek istediğimi de…
Bir kaçış, bir bıkkınlık ya da bir cinnet, telefonu elime alıp rezervasyon yapmamı, çantamı önüme koyup eşyalarımı hazırlamamı sağladı.
Halbuki daha önce buradan tiksinmiştim. 2007’de organize edip çalıştığımız İstanbul Rock Festivali’nin bitiminin ertesi günü İstanbul’a gelen Mersinli ailemin zoruyla getirildiğimde tiksinmiştim. Geliş o geliş…
Nefret etmiştim. Sıkış tıkış şehir hatlarından da, saatlerce yürüyüp gerçekten etkileneceğim (o yaşta bir şeyden etkilenmem için o şeyin iki güzel bacağa, dairesel hatlı bir kalçaya ve diri göğüslere sahip olması gerekiyordu, belki hala öyledir.) hiçbir şey görememekten nefret etmiştim.
Ardından uzun süre ne Burgaz’a ne de başka bir adaya gittim. Yaklaşık yedi sene sonrasında, buradan güzel biriyle tanışmıştım. Bir de, arkadaşlarımın gazlamasıyla bir gece rakı içmiştik, sahildeki restoranlardan birinde.
Burgaz’la alakalı tüm güzel anılarım bu kadardı. Güzel adam ve kadınlarla güzel bir rakı sofrası ve etkileyici bir kadın.
Dayanamadım.
2012’den beri tatil yüzü görmemiş bünyem dayanamadı.
2011’den beri duygusal çöküşü her arterinde yaşayan kalbim dayanamadı.
Belimi tutarak yürümeme sebep olan vücudum dayanamadı.
Yorgunluk, iflas.
Yorgun argın, akşamdan kalma uyandığım bir pazar sabahı buraya geldim. Belki yorgunlukların sonuçları da standarttır. Uzaklaşmak, tekrar nefes almak, telefonu ve tüm teknolojik aletleri kapatıp, kalem kağıda bel bağlamak istersin. Dijital hayatından, başkalarının diyaloglarını dinlemekten, kredi kartlarından veya “trip” ilişkilerden uzaklaşmak istersin çünkü yorgunsundur. Akabinde güneş doğacaktır, bu bellidir ancak sabrın tükenmeye başlıyordur.
Gelgelelim, bunları yazarken içtiğim Rum lokantasında yan masama dört tane “adalı” oturdu ve sordular.
-Kardeş ne yazıyorsun, şiir mi yazıyorsun?
-Yoo.
-Bizi mi yazıyorsun?
-Yoo.
(Yalan)
-Genç adamsın, kandıramadın mı bir kadını seninle tatile gelmesi için? Yalnız içip bir şeyler yazacağına…
-Kandırmadım. İstemedim de, tek geldim.
-Lan bu yeni Sait Faik olur kesin. Kardeşim masamıza buyurmaz mısın?
-Olur.
Akabinde ödedim hesabımı. Geçtim masalarına. Yormayan, güzel bir sohbet. Hoş, Namık Kemal’liğim, Orhan Veli’liğim, Nazım Hikmet’liğim… Yakıştırma üstüne yakıştırma. Hoşuma gitmedi değil, dalga geçseler de. Ama ben zaten hali hazırda Dalgacı Mahmut’tum.
Tatlı bir eylül akşamı ve güzel bir esintiyle yeni şişeler, yeni sohbetler… Yorgunluk mu? Eser kalmadı Ada’dan döndüğümde.