Uzun zamandır yazmıyordum. Sebebiyse içinden geçtiğim detoks ve rehabilitasyon sürecinin verdiği kaşıntı, sıkıntı ve acıydı. Şimdi biraz daha iyi gibiyim. Peki nereden başlayayım?
Final tatiliydi... Avea'dan telefonuma gönderilen kampanya mesajıyla uyanıp telefon almaya karar vermiştim. (Evet, ani kararlar aldığım bir dönem) Bir kahve, iki dal sigara; ardından sevgilisini bizim mahalledeki arkadaşlarına bıraktıktan sonra bana uğrayan Yusuf'un gelişi. Konu teknoloji, dövme veya gitar olduğunda heyecanı hep paylaşırdık. Gittim, imzaladım sözleşmeyi ve aldım telefonu. Yusuf'un sigarayı bırakmış olması ise gözümden kaçmadı değil. Sevgili, düzenli hayat; anlık da olsa özenmiştim.
Aradan vakit geçti bir hafta kadar, telefonun maliyeti her ay üzerime çökeceğinden ötürü; sigarayı iki günde bir pakede indirmeyi başarmıştım. Lakin finallerde son düzlüğe girilirken Lucky Strike'ın piyasaya adım atmasıyla tekrardan günde iki pakede çıktım ve Lucky Strike, hakikaten şanslı vuruşum olmuştu. Girdiğim öksürük krizi, finallerin bitişi ve memlekete gitmem gibi faktörler, aylık minimum 200 Liralık maddi külfetle bir olunca; sigarayı bırakmam için "günün bugün" olduğunu, "bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen" olabileceğimi farkettim.
Babam kırk sene kadar sigara içip bıraktığından ve annem sadece babama eşlik etmek için yılda bir kez ciğerine bile çekmediğinden içtiği için; sigara pek de aklıma gelmiyordu Mersin'de. Sadece ilkokuldan beri arkadaşım olan "hayaller prensi" Kenan'ın rakı sofraları zorlayıcı oluyordu ki o an içkiyi de bırakmak zorunda kalmıştım. (bu noktanın açıklaması da birazdan) Gelgelelim, her gün yüzdüm yazın çok ter yapan ve vücuda su kaybettiren mastürbasyondan farklı bir yere odaklamak için enerjiyi. Cips, çekirdek, sakız, zeytinyağlılar derken gerçekten de bıraktım sigarayı. İşin en garip yanı, İstanbul'a geldiğimde baca gibi tüten arkadaşlarım yaktığında da canımın çekmemesiydi.
Sigarayı bıraktığım aralar, içkinin de tadı olmadığını farkettim. Başımda, suratımda ve sırtımdaki sivilceler iri iri, cerahat dolu akneler haline gelmişti ve canım yanıyordu. "Lan" dedim, "zaten içmenin tadı yok, başla işte Roaccutane'a". Alkolden uzaklaşmamın şekli de buydu anlayacağınız. Roaccutane ne midir? Karaciğerinizi deli gibi yoran, her gün ekstradan yorgun düşmenize ve çabuk sinirlenmenize, bazen depresif tavırlara hatta intihar meyiline sebep olan pis bir ilaçtır. Sivilceye iyi gelir lakin karaciğeri yorduğundan ötürü alkolle beraber alamazsınız ve 6 ay kullanım zorunluluğu vardır. Evet ben bu adımı da attım. Alkolü değil de, ağır içkileri bıraktım desek daha yerli yerinde olur.
Şimdi gelelim hikayenin "twist" kısmına...
Babam hep sigarayı bıraktığından beri, tat alma hissinin geliştiğini söylerdi. Kız arkadaşım -benimle- ilk kez orgazm olduğunda babama bir kez daha hak verdim. Büyük adamsın peder.
Ayda nereden baksan 500 Lira kar ettiğimden -ve çeviri işinden paranın dibine vurduğumdan- ötürü, hayallerimi gerçekleştirmeye başladım. (Çift kişilik yatak, G Shock saat gibi basit şeyler aslında)
Bir spor salonuna yazıldım. Burası sıkıntı değil de, soyunma odasındaki fön makinasını görünce mutlu olmam; küçük şeylerden mutlu olmaya başladığıma delalet. Bilemiyorum iyi bir gelişme mi ama sanmıyorum. Bu ego daha büyük mutluluklardan beslendi yıllar yılı.
Yalnız hazır kilo almaya başlamışken kolları şişirip İstanbul hovardası olabilirim. Evet böyle bir fikrim de yok değil.
Sosyal ve cinsel hayatım yerlerde(alkolsüzlükten ötürü). Broke Amateurs'a ne kadar şükretsem azdır. Alkol bünyeye girmeden, kadınlara yanaşamayan çakma Kazanova olduğumu görmek de acı oldu.
Cildim düzeldi. 6 aya pürüzsüz ve üçgen vücutlu halimle dizi tekliflerine açığım. True Blood'dan Jessica favori, Küçük Sırlar'da Ebru Akel'in kızını canlandıran hatun(veya Ebru Akel'in kendisi) de plase... Mansiyon ödülü de Pınar Altuğ'nun olsun.
Son olarak, bu süreçte desteğini benden esirgemeyen anneme, dırdırı yanında çorbası eksik olmayan ablama, sigara konusunda(aslında her şeyi başlatan telefon konusunda) gazı veren kardeşim Yusuf'a, hasta halimde beni yalnız bırakmayan ve kararlarımın arkasında durmayı öğreten Meltem'e, dibe vurmuş sosyal hayatımı bir nebze hareketlendirmeye çalışan manevi ablam/kuzenim Gözde'ye teşekkürler. Biliyorum canlı yayın selam gönderme modeli oldu son paragraf fakat daha önce de söylemiştim... Siz olmadan yapamazdım.