Google+ boş mideye iki duble viski: Nisan 2012

21 Nisan 2012 Cumartesi

Beyin Kemirgenleri Bölüm: 29

İki ayda, 4 sezonunu yemiştim Sons Of Anarchy'nin. Çatır çatır izledik, yalan yok. Ardından biraz vakit geçti. Soundtrack albümünü edindim, bildiğim parçalardan ötürü. Ancak bir parça vardı ki, 2 haftadır kafamda...

Parçanın adı Terrible Tommy, söyleyense Ryan Horne. 27 senedir tek başına, bir hücrede cezasını çeken bir adamı anlatıyor. Belki inanmayacaksınız ancak evet, Terrible Tommy gerçek. Ufak bir google araştırmasıyla kendisine erişebilirsiniz. Bunu yapmak, suçluyu öldürmekten beterdir fakat ben işin biraz daha bireysel boyutuna; yani kendi boyutuma yaklaşacağım. 

Tatlı geçen günler olur, sonra bodoslama bitersiniz. Sert düşüştür bunun adı. Veya Ryan Horne'un söylediği şekilde, "It's such a hard way to fall." 

İki veya üç sene önceki halimle şu anki halimi kıyaslıyorum. Alkolik olmayan ben vardı o zamanlar, biraz daha insancıl gibi hani; daha eğlenceli de bir çok yönden. Daha az coşan, daha az karşısındakilere parlayan, daha mutlu; hayata daha bağlı gibi. Şimdiyse telefonda "Koparacağım kafanı." şeklinde beni tehdit eden adama "Kopar lan. Valla kopar... Ancak kopardıktan sonra da telefonumu eline al ve korumaya çalıştığın kişinin bana attığı ve cevaplamadığım mesajları gör olur mu?" diyebiliyorum. Veya tanıştığım bir kadından hoşlandığımda; kendisiyle bir ilişkiye sahip olma hayalleri yerine; cacık olmaz, nasılsa başlamaz; başlasa da çabucak bitiverir diye düşünüyorum. Az çok kahvaltı alışkanlığına sahip ben; sabahları işe giderken çantama simit atmayı tercih ediyorum evdeki sütü kafaya dikmek yerine. Ertesi gün iş veya sabah ders olduğu zaman alkole yanaşmayan ben; işyerimden "Sen hap mı kullanıyorsun? Geçen gün gözlerinin altı şiş bir haldeydi" mesajını alıyorum. 

Ve aslına bakarsanız karakterimde bir sivrilme olduğu ortada, hayatımda da; ancak değişmedim. Asla değişmeyeceğimi bağırsam da, bir değişim için ölüyorum. Fakat değişimler, biraz daha karanlığa bırakıyor kendini. Süregelen karamsarlık... 

Sonra parçanın şu kısmı geliyor tekrar aklıma. 

"well i got 20 years behind me
almost all that i can take
i’ve built up this raging anger
i fill my soul with foreign hate
i got no hope left inside me
they is no joy left to give
cause i am just an animal to all my prison friends
there ain’t no good reason why
that i should still be alive today."



Ne köpeğime tutunabildim, ne ilişkime, ne hayatıma, ne okula, ne işime(Mayıs başı ayrılıyorum)... "It's such a hard way to fall."


http://www.youtube.com/watch?v=NaWG9koUY74

10 Nisan 2012 Salı

İki hareketle, beyaz bayrak çektirdiniz, helal.

Sabah basit değil, zordu. Her zamanki gibi... Önceki gece Feyzi'yle bira içip, blues çalmıştık. Güzel şarkılar da çıkmıştı ortaya yalan yok. Sabah ise karnım fena ağrıyordu. Camı açık unutmuşum yatarken, İstanbul'un pis havaları... İşe gittim, sabah çayı gelmeden iznimi alıp eve geçtim.
Biraz bir şeyler yiyip uyudum. Uyandığımda aklımda tek bir şey vardı. Ders çalışmak... Vize için... 1 gün sürem vardı. Bir şeyler yerken, Linked.in profili açtım mal gibi. İlgimi çekmedi değil, çünkü ülkemizde 80000 sosyal medya uzmanı olduğunu, çalışanların yüzde doksanının yönetici, müdür vs. olduğunu gördüm. Saçma işler... Ancak hesabı açtığım anda davetiye gitti bir yerlere.
Ardından gelen bir mail, ters köşeye yatmama yetti. Cevaplar verildi karşılıklı. Sonuçta, 6 aydan uzun süredir ondan tek bir kelime, tek bir cümle duymamıştım. Heyecan yaptım biraz, ancak hissettiklerimin çoğu karanlıktı. Bir bok olacağı yoktu ve bu aptal site yüzünden tekrar yüzyüze gelmiştik. Gelen mail mi? "Kaybol, bıktım artık!" temalı bir mail... Haklı olarak atılmış...
Ayılmaya çalışıyordum. Attığı mail mantıklıydı, ama ne bileyim. Yağmurlu bir İstanbul gününün, rüyayla karışık gerçekliği gibiydi. Dolapta önceki günden kalan son biraya sarıldım. Dipledim... Sigara üstüne sigara...
Toparlandım, toparlanmam gerekliydi. Ve evden çıkmak üzere yola koyulduğumda telefonum çalıyordu. 1.5 hafta önce Bourbon'u verdiğim aile arıyordu, hala "İyi mi yaptık kötü mü yaptık acaba?" diyerekten ikilemini hissettiğim sahiplendirme işleminin sorunsallığı kapanmamışken aramalarıyla bir kez daha beynimden vurulmuşa döndüm. Sonunda dayanamadım. Yolumu değiştirdim, bakkala uğradım; bir paket sigara, meze, ufak rakı, iki tane cila birası... Evdeyim şimdi. İçiyorum, düşünüyorum, ne onu unutabildim; ne can dostumu... Kadın niye mi aramıştı? "Bu köpek günde 10 kez işiyor :(" demek için...

Ve hakem penaltıyı çalmıştı aslında kadının aramasıyla birlikte. Kalede tek başımaydım, yenik durumda; 1-0'dan maçı çevirebilecektim belki de bu penaltıyı kurtararak da, duygular ağır bastı. Hayatım ve geleceğimin karşısındaysa ağır basan duygularım oldu.

Çöktüm, topu hayava; rakıyı kafaya diktim. Neden üstüste gelirsiniz, neden önemli zamanlarda denk gelir muhtelif olaylar? Benim mutlulukla ne zorum var ki???